Türkiye'de demokratikleşme programında atılması gerekli ve mümkün
ilk adımlar neler olabilir? Bu yazının konusu bu soruların cevaplarının
araştırılmasına yöneliktir.
Hemen düzeltilmesi ya da açıklanması gereken iki husus var: Yukarıdaki
sorular Türkiye'nin demokrasiden hiç nasibini almamış otoriter bir
rejim altında olduğu, yapılacak her şeyin "demokratikleşmenin
ilk adımı" olacağı şeklinde bir yanlış düşünceye yer vermemelidir.
Birinci nokta budur. İkinci husus da, bu türden sorulara verilecek
cevapların kişiden kişiye değişmesi olasılığının yüksekliğidir.
Dolayısıyla bu yazıda önerilecek olanlar bir "hazır reçete"
anlamına gelmez.
Yine yukarıdaki formülasyonlar açısından iki kavramın altını çizmek
ve bunları açıklamakta yarar vardır: Gerekli ve mümkün. Bunlarla
kastedilen şudur: Gerçekleştirilmesi önerilecek değişikliklerin
hem önemli etkiler yaratacak türden olmaları, hem de bugünkü koşullarda
(bile) hayata geçirilebilmelerinin imkansız olmaması.
Bu fikri şöyle de ifade etmek mümkün olabilir: Hangi değişiklikler
hem düşük maliyetlidir, hem de bunun tersine büyük bir "getiri"
vaad etmektedir? Yalnız Türkiye'nin ve ülke insanlarının huzuru
bakımından değil, aynı zamanda uluslararası alandaki yalnızlaşma
tehlikesini gidermek bakımından.
Burada sunulan kalemler aslında daha önce hazırlamış olduğum Türkiye'de
Demokratikleşme Perspektifleri (TÜSİAD, 1997) ve bunu iki yıl sonra
güncelleştiren bir çalışmadan hareketle düzenlenmiştir. Bu yeni
çalışmanın Haziran ayı içinde kamuya açıklanması söz konusu olabilir.
Yeni TBMM'nin toplandığı ve yeni hükümetin oluşturulması aşamalarına
girildiği günlerde, böyle somut araştırma ve öneri paketlerinin
yararlı olması umulur. Meclis çoğunluklarının bu türden aranışlara
dikkat göstermeye hazır olup olmadığı sorusu ise bizi çok da işgal
etmemelidir.
Yukarıda anılan raporun sistematiğini izleyerek burada (şimdilik)
oniki noktaya işaret etmekte yarar görüyorum. Kısa notlar halinde
bunların gerekçeleri de sunulmuştur.
1- Parti içi demokrasiye hizmet bakımından belli oranda önseçim
zorunluluğu getiren yasa değişikliğine ihtiyaç vardır. Özellikle
son genel seçimlerde bunun gerekliliği daha da iyi anlaşılmış olmalıdır.
Nitekim bu yoldaki taleplerde bir canlanma vardı. Bu zorunlu önseçim
uygulamasının delegelerle değil, partinin bütün üyeleriyle yapılması
gereği de unutulmamalıdır. Parti içi demokrasi konusunda hukukun
payına düşen çok fazla gayret yoktur. Bu daha çok bir demokratik
eğitim ve kültür işidir. Bu nedenle, hukukta zorlamalarla bu hedefe
ulaşılamaz. Yasa değişiklikleri yoluyla elde edilebilecek nispi
yararlardan birisi, yukarıda işaret edilen alandadır.
2- Azınlık yaratılmasının önlenmesi başlıklı Siyasi Partiler
Kanunu md.81 hükmü kaldırılmalıdır. Bir kere maddenin kendi başlığı
mantık dışıdır. Üstelik bu maddeyle ülkedeki dil ve kültür çeşitliliği
olgusuna partilerin eğilmesi yasaklanmakta, en demokratik kültürel
haklar sıkıntıya sokulmaktadır. Burada aslında bir "kültür
soykırımı" ruhu vardır. Hiç de şiddet yanlısı ve ayrılıkçı
olmadıkları halde pek çok siyasal parti 1970'li yıllardan bu yana
sırf bu maddeye ve bunun eski yasadaki karşılığı olan maddeye dayanılarak
kapatılabilmiştir. Son olarak Anayasa Mahkemesi'nin Demokratik Kitle
Partisi'nin kapatılmasına da bir tek oy farkıyla karar verdiği,
dayandığı gerekçelerden birinin de bu madde hükmü olduğu anlaşılmaktadır.
Şerafettin Elçi'nin başkanlık ettiği bu partinin kapatılması, ülke
siyasal ve partisel sisteminin demokratik ve barışçı girişimlere
ne kadar kapalı olduğunun bir kanıtıdır. Böyle bir durum herhalde
ancak terör ve ayrılık yanlılarının arzu edeceği bir tablodur. İlgili
yasanın diğer maddeleri ayrılıkçı ya da devletin ülkesi ve milletiyle
bütünlüğü aleyhine davranışları, kapatma yaptırımına bağlayan çok
sayıda hüküm barındırdığından, md. 81'in kaldırılmasının en küçük
bir sakıncası yoktur. Mevzuatta bu hükmün kaldırılmasından dolayı
bir boşluk doğacak değildir. Boşluk şu anda vardır ve bu durumun
vahametini idrak ve bunu giderecek cesaret konusundadır.
3- Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yerinin korunmasına ilişkin
Siyasi Partiler Kanunu md.89 hükmü kaldırılmalıdır. Bu noktada sistematik
bir yanlış anlama vardır. Talep edilen değişiklik, DİB'in devlet
aygıtı dışına çıkarılması ve din işlerinin cemaatlere verilmesi
değil, bunu programlarına alan ama laiklik konusunda herhangi bir
şüpheli durumları olmayan partilerin, sırf bu sebepten dolayı kapatılmalarının
önüne geçilmesidir. Buna benzer olaylar yaşanmış ve laiklik içinde
bir seçenek arayan partiler sırf bu maddeye muhalefetten kapatılabilmiştir.
Oysa, DİB'in mevcut statüsü (Anayasa md.136), laikliğin tek modeli
değildir ve olamaz. Bu model bugün de hâlâ gerekli ve yararlı olabilir.
Ancak, laikliğe bağlılık koşulları içinde başka örgütlenme seçenekleri
sunan partilere de sistemin duvar çekmemesi demokrasinin bir gereğidir.
Anayasa ve yasada laikliği koruyucu pek çok ve gerekli hüküm varken,
bu maddenin saklı tutulmasında ısrar etmek de gereksiz bir korku
belirtisidir. Yapılması gereken, bu hükmün cesaretle kaldırılmasından
başka bir şey değildir.
4- İşbirliği ve ittifak yasakları kaldırılmalı, belediye
başkanı seçimleri iki turlu olmalıdır. Son seçime giden partilerin
ve cumhurbaşkanının bu yoldaki dilekleri henüz çok tazedir. İşbirliği
ve ittifak yasakları anlamsızdır. Ulusal baraj yüzünden son seçimlerde
6 milyon civarında oy, değerlendirme dışı kalmıştır. Ulusal barajın
düşürülmesi, eğer bu mümkün olmuyorsa ya da bununla birlikte ittifak
ve işbirliği yasaklarının da kaldırılması milli iradenin temsiline
hizmet demek olacaktır. Belediye başkanları seçimlerinin hâlâ iki
turlu hale getirilememiş olmasının sakıncaları, son seçimlerde daha
da iyi anlaşılmış olmalıdır. Belediye başkanlarının o çevre seçmenlerinin
yarısından çok düşük sayılarla göreve gelebilmelerinin, seçmen iradesi
ve demokrasi açısından ifade ettiği anlam son derece olumsuzdur.
Bu konuda işlenen bir hata, ulusal genel seçimler için ve belediye
başkanlığı seçimleri için, birlikte iki turlu sistemde ısrar edilmiş
olmasındandır. Öyle anlaşılıyor ki, belli başlı partilerin önemli
bir kısmı, milletvekili seçimlerinde iki turlu sisteme aslında gönülden
yatkın değillerdir. Fakat aynı şey belediye başkanlarının seçimi
için söylenemez. Bu iki seçim birbirinden ayrı düşünülmeli ve kişi-organ
seçimi demek olan belediye başkanı, iki turlu usulle seçilmelidir.
5- Yasama dokunulmazlığının sınırlanması şarttır. Bu konuda
bir anayasa değişikliği önerisi zaten geçen dönemde yapılmış, ancak
sonuca ulaşamamıştı. Yasama dokunulmazlığının suç işleme ayrıcalığı
ya da suç işlemiş olanların aradığı bir zırh olmaktan çıkarılması
gerekmektedir. Başka ülkelerde de olduğu gibi bu kurumun koruma
alanı daraltılmalı, milletvekillerinin suçlanmasına ve yargılanmasına
engel olmamalıdır. Buna paralel olarak, yasama sorumsuzluğu denen
ve meclis üyelerinin düşünce ve oylarından dolayı kınanmamalarını
öngören kurumla ilgili olarak 1982 Anayasasının getirmiş olduğu
istisna kaldırılmalı, yasama sorumsuzluğu mutlak hale getirilmelidir.
6- Üniversite yöneticileri seçimle belirlenmelidir. 1946'dan
beri üniversitelerimizin sahip olduğu bir hak 1980 askeri rejimiyle
geri alınmıştır. Özerk üniversite mücadelesinin temellerinden biri,
belki de birincisi bu noktadadır. Kendi yöneticilerini seçmekten
aciz bir üniversitenin hiçbir konuda özerk ve hatta bilimsel açıdan
bile özerk olamayacağı meydandadır.
7- Ölüm cezalarının sadece savaş zamanına hasredilmesi uygun
olacaktır. Türkiye zaten 1984'ten beri ölüm cezalarının infazına
sahne değildir. Başka ülkelerde de ölüm cezaları kaldırılmadan önce
bu türden "uyku" dönemleri yaşanmıştır. Türkiye için de
artık işin adının konması zamanı gelmiş sayılır. Unutmamak gerekir
ki, uzun süreli ağır hapis ya da ömür boyu hapis cezaları, ölüm
cezasından çok daha hafif yaptırımlar değildir. Yeter ki, popülist
davranışlar ve af kanunları enflasyonu ile cezaların yerine getirilmesi
engellenmesin.
8- CMUK değişikliğiyle sağlanan güvenceler DGM sanıklarına
da teşmil edilmelidir. Ceza yargılanmasında adalet ve sanık hakları,
yargılanılan mahkemeye göre değişmemelidir. CMUK 1992 değişikliklerinin
pratikteki yararlarının daha somutlaşması için, DGM'lerin yargı
alanına giren zanlıların da bunlardan yararlanmaları gerekir.
9- Demokrasinin özgür düşünebilen bireylerle varolabileceği
gözönüne alınarak, orta öğretimdeki zorunlu din öğretimine son verilmeli,
İmam Hatip Liselerine kız öğrenci alınmamalı, sadece imam ve hatip
hizmetlileri yetiştirmek için işlev görmeli ve sayıları da bunu
karşılayacak ölçüyü aşmamalıdır.
10- Düşüncenin suç olmaktan çıkarılması için Terörle Mücadele
Kanunu md.8 hükmü kaldırılmalı, TCK md.312 hükmü de yeniden yazılmalıdır.
Terörle Mücadele Kanununda ve ceza mevzuatımızda şiddet ya da terörü
kışkırtan ifadelerle ilgili yeteri kadar yaptırım hükmü varken,
md.8 hükmüne gerek yoktur; bunun kaldırılmasından korkulması da
yersizdir. Bu madde hem içeriği hem de uygulanışı itibariyle aydınları
cezalandıran tipik bir "düşünce suçu" hükmü durumundadır.
TCK 312 ile ilgili bazı mahkumiyet kararlarının da hukukçu kamuoyunda
tatmin edici bulunmadığı bilinmektedir. Bunun giderilmesi için bu
maddenin birinci fıkrasının kaldırılması, ikinci fıkranın da fikir
suçu uygulamasına izin vermeyecek şekilde yeniden düzenlenmesi yerinde
olacaktır.
11- Toplantı ve gösteri yürüyüşleri ile ilgili erteleme yetkileri
daraltılmalı, örneğin 24 saat ya da 48 saat gibi sınırlarla yeniden
düzenlenmelidir.
12- Hukuk devleti, yargı denetimi ve mahkemelerin bağımsızlığı
konusunda ilk adımlar olarak:
a) Yüksek Askeri Şûra, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu
kararları ile olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamelerine karşı
yargı yolu açılmalı,
b) 12 Eylül işlemlerine karşı anayasa yargısı yolunu kapatan
Anayasa geçici md.15/3 hükmü kaldırılmalı,
c) Memurin Muhakematı Kanunu Muvakkati yürürlükten kaldırılmalı,
d) Yargıçların ve savcıların güvenceleri konusunda 1961 Anayasası
dönemindeki sisteme geri dönülmelidir.
Haziran 1999