En iyi hukuk rehberi

Ana Sayfa | Ekonomi | Hukuk Programları | Hukuk-Haber | Hukuk-Mizah | Linkler | Makaleler
MAKALE

GECİKMİŞ 11 EYLÜL YAZISI

Arş. Gör. Nimetullah Sucu
Arş. Gör. Erdem Özlük

14 Temmuz 1789’un akşam saatlerinde, devrin Fransa kralı XVI. Louis, günlüğüne aynen şöyle yazmıştı; “bugün, kayda değer hiçbir şey olmadı”. XVI. Louis bu satırları yazdıktan hemen sonra aynı gün, dünya tarihinin dönüm noktalarından birini teşkil edecek Fransız İhtilali patlak verdi. Bu tarih; I. Dünya Savaşına kadar uzanan bir çok alanda köklü değişimlerin temelini oluşturan bir zaman kavşağıdır.

11 Eylül 2001 sabahı da, bir çokları için, kayda değer hiçbir şeyin yaşanmayacağı bir güne rastlıyordu. Ancak düşünülenin aksi oldu; yaklaşık iki saat içerisinde patlak veren gelişmeler, deyim yerindeyse dünyayı alt üst etmeye yetmişti. New York’taki ikiz kulelere ve ABD’nin güvenlik beyni olarak nitelendirilen Pentagon’a düzenlenen uçak saldırıları ve bu saldırıların etkileri, bir anda dünya kamuoyunun gündemine oturdu. İlk etapta, nasıl olduğunun ve kimler tarafından yapıldığının anlaşılmasını bırakın, hatta olayın ne olduğu temelinde işleyen tanımlandırma sorunsalı bile halledilmiş değildi. ABD’nin; kendi içinde, düzenlenen saldırıların nasıl meydana geldiğini algılaması ve saldırganların tespit edilmesiyle olayın sır perdesinin aralanması, bir başka düzlemde; dünyanın geri kalanı için yeni bir muamma doğurdu.

Jacques Derrida’nın  söylediği gibi; tarihte, epistemolojik  kopuşlar gerçekleşmiyordu belki, fakat tüm insanlık, fay hatlarıyla çevrili bir tarihsel zeminde, tahayyül edemediği derin kırılma noktalarının birleştiği bir yeryüzünde yaşıyordu. 14 Temmuz tarihi, bu savı doğrulayacak en açık göstergelerden biridir. Peki ya 11 Eylül? Tarihsel bir moment noktası mı, yoksa sadece büyük bir terör olayı mı?

Bu soruların birincisi lehine verilen yanıt; gelecek yüzyılın yükselen değerlerinin ne olacağının belirlenmesi açısından büyük önem taşıyor. Dolayısıyla; asıl sorunsal, böyle bir hadisenin salt savaş cephesinde yankılanan çığlıkları değil, aynı zamanda ve daha güçlü biçimde kendini hissettirebilecek olan uzun erimli, küresel ölçekli sonuçlarıdır. Bir zamanlar, Fransız İhtilali ile yerleşen ve Batı’nın etnosentrik biçimde sahiplendiği evrensel değerler, uzun soluklu savaşların acı deneyimleriyle ortaya çıktı ve belki de, o devirde verilen mücadeleler sırasında, bu türden bir küresel ölçekli düşün akımının boy vereceği hafızalarda kayıtlı değildi. Bugün de, savaşın acı dersleriyle kendine bir yol çizme çabasında olan insanlar, belli değerlerin oluşmasına aynı biçimde katkıda bulunabilecekler mi? Yoksa tarih, hep güçlünün yazdığı bir zaman vesikası olarak geleceğin zihinlerine taşınmaya devam mı edecek?

Bilindiği gibi; Fransız Devrimi’nde giyotine gönderilenler arasında köylü sınıf çoğunluktaydı. Ancak; devrim, sonuçta burjuvaziye endekslenmiş bir tarihsel olay olarak kayıtlara düştü. Başka bir deyişle, değerlerin oluşmasına giden yolları açan köylü sınıf olurken, burjuvazi; oluşan değerleri yayma ve dağıtma işlevi gördü. Bugün; 11Eylül’de, Kapitalizmin nabzı olarak görülen ikiz kulelere yapılan saldırılarla, Küreselleşmenin miyadını doldurduğu şeklindeki iddialar güçlenmeye başladı. Ancak; tam aksine, Küreselleşme farklı biçimlerde yayılma hızını sürdürerek kendini yeniden üretmeye başladı. 11 Eylül Saldırısı’nın hemen akabinde, terörizmin yeni bir tanımının yapılmasına duyulan ihtiyaçla eş zamanlı biçimde türeyen yeni küresel değerler bunun en açık ifadesidir. ABD’nin kuruluşundan bugüne, politikalarını uygularken izlediği pragmatik felsefe 11 Eylül Olayı’nın ardından da kendini göstermekte gecikmedi. Bu söylem, 11 Eylül’ü bizzat ABD’nin yaptırdığı şeklindeki spekülasyonla asla ilintili değildir. Ancak; şu çok açıktır ki; ilk etapta 11 Eylül ABD’ye daha önceden planlanan bir takım politikalarını hayata geçirmesi için bulunmaz fırsatlar sundu. Ama bu fırsatlar silsilesi geri tepmeye başladı bile.

 11 Eylül’den yaklaşık bir ay sonra Washington yönetimi, bir anda Afganistan’a ve bu ülkede bulunduğu öne sürülen, ama hala yakalanamayan El-Kaide terör örgütünün lideri Usame Bin Ladin’e karşı büyük bir operasyon düzenledi. Amiyane bir tabirle, öküz altında buzağı aramak gibi bir paronoid dürtüyle, dağı taşı bombalayıp, maliyeti yöre halkının tüm gelirinden daha pahalı patlayıcılarla Taliban yönetimini alaşağı etti. Afganistan Operasyonu’nun üzerinden çok geçmeden, bir diğer mücadele zemini, El-Kaide ve Ladin’le bağlantısı bir türlü kesin bir delille aydınlatılamayan, ama kitle imha silahlarına sahip olduğu güçlü biçimde iddia edilen Saddam rejiminin Irak topraklarına karşı oluşturuldu. 11 Eylül’den bir yıl sonra 15 Eylül 2002’de, George W. Bush’un açıkladığı Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin (National Security Strategy) bir gerekçesi olarak düzenlenen Irak Operasyonu; Afganistan’a nazaran, daha sınırlı sayıda bir destekle, fakat çok daha kararlı biçimde tertip edildi. Bugün ABD’nin Irak batağında çıkmaza sürüklendiği iddiası; herkes tarafından ifade edilmektedir. Ancak; dikkat çekilmesi gereken önemli bir ayrıntı da şudur ki; Afganistan Savaşı’ndan sonra, ABD’nin operasyon düzenleme ihtimali olan ülkeleri sıraladığı liste hayli kabarıktı. Kimileri, ilk hedefin Irak olacağına kanaat getirirken, diğer bir kesim; İran, Suriye ve hatta K.Kore gibi ülkelerin hedef tahtasında baş sıraları paylaşacağını vurguluyordu. Nitekim; George W. Bush’un 29 Ocak 2002’de Kongre’de yaptığı konuşma sırasında belirttiği Şer Ekseni’ne (axis of evil) dahil edilen ve “haydut” diye nitelendirilen devletler (rogue states), az önce anılanlarla kesişiyordu. Operasyonun adresinin Irak olacağının kesinleştiği sıralarda, bir sonraki adresin İran ve Suriye olacağı hakkındaki spekülasyonlar da yaygınlık kazanıyordu. Bunun da ötesinde; Washington yönetimi, Şam ve Tahran hükümetlerini kitle imha silahları ve El-Kaide üyeleri konusunda sert bir dille uyarmıştı. Fakat bugün geldiğimiz noktada, ABD’nin Irak’ta bir türlü istediği rejimi tesis edememesi sebebiyle artık Suriye ve İran’a operasyon düzenlemesi olasılığı da kaybolmaya başladı.

Son günlerde, Irak Cephesi’nde yaşanan gelişmeler; ABD’nin, savaşı başka topraklarda da yayabilecek gücü kendisinde bulabileceğine yönelik spekülatif değerlendirmelerin aksine, bir çıkmazda olduğunun en açık delili olarak gösterilebilir. 11 Eylül, dünya kamuoyunun gözünde canlandığı ve Washington yönetiminin tasarladığı tarzda, ABD’ye büyük fırsatlar sunmadı. Amiyane tabirle, “evdeki hesap çarşıya uymadı” ya da “yanlış hesap Bağdat’tan dönmek üzere” .

 
(X) (Liberal Düşünce Topluluğu, 25.09.2003)
Her hakkı saklıdır. Abchukuk ©2002- 2003