Yirminci yüzyılda insan
hakları alanında en önemli gelişme bireyin ulusal hukuk
öznesi olması yanında, insan hakları alanında uluslararası
hukukun da öznesi durumuna gelmeye başlamasıdır. İkinci
Dünya Savaşı sonrasında dünyada insanın insan olarak
değerini kabul etmeyen ve insanlar arasında eşitliği
reddeden görüşlerin yeniden ortaya çıkmaması için insan
haklarına saygılı bir düzenin yerleştirilmesi gerektiği
zorunlu görülmüştür. Bu görüşlerle kurulan Birleşmiş
Milletlerin 1945 yılında kurulmasından sonra, 10 Aralık
1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafindan Insan
Haklari Evrensel Bildirisi kabul edilmiştir. Insan Haklari
Evrensel Bildirisi 20. Yüzyilin en önemli gelişmelerinden
biridir. Ancak belirtmek gerekir ki, insan haklari konusunda
çok önemli bir yere sahip olmasina ve dünya toplumunun insan
haklari alanindaki özlemini yansitmasina ragmen, bu
Bildiride yazili hak ve özgürlükleri uygulamaya koyacak ve
bunlari gerçekleştirecek bir hukuksal mekanizma veya düzen
yoktur.[1]
Avrupa Konseyi,
kuruluşu ile birlikte insan haklari konusunda bir sözleşme
hazirlamayi kendine bir görev edinmiştir. Insan Haklari
Evrensel Bildirisinden esinlenerek hazirlanan Avrupa Insan
Haklari Sözleşmesi, Bildiriden daha dar kapsamli olmuştur.
Ancak bu Sözleşme uluslararasi hukuka büyük bir katkida
bulunmuş ve uluslararasi hukukta yeni gelişmelere yol
açmiştir. Türkiye’nin de taraf olduğu “İnsan Haklarının ve
Temel Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Sözleşme”, 4 Kasım
1950’de imza edilmiş, 3 Eylül 1953’te yürürlüğe girmiş ve 18
Mayıs 1954’te de Türkiye tarafından onaylanmıştır. Kısaca
“Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi” de denilen bu Sözleşme iç
hukukumuzun bir parçasi durumundadir.[2]
Avrupa Insan Haklari Sözleşmesi insan
haklarinin hukuksal açidan korunmasi konusunda en güçlü
uluslararasi belge niteligindedir. Bu sözleşme Avrupa Insan
Haklari Komisyonu ve Avrupa Insan Haklari Mahkemesinin
yorumlariyla gelişmiş ve günümüze gelmiştir. Bu organlarin
içtihatlari sözleşmeye hem içerik kazindirmiş hem de yaşam
vermiştir. Günümüzde bu Sözleşmeye taraf devletler
bakimindan Avrupa Insan Haklari Mahkemesinin “hukuk devleti”
ve “demokratik toplum” görüşlerini benimseyip yaşama
geçirmeden demokratik bir hukuk devleti olmanin bir yolu
kalmamiştir.
Türkiye’de Siyasi
Partilerin Hukuksal Statülerinin Tarihsel Gelişimi:
Osmanli Imparatorlugu
döneminde ilk siyasal amaçli örgütler ulusal
bagimsizliklarini kazanmak amaciyla azinliklar tarafindan
kurulmuştur. 1876 Anayasasi dernek özgürlügünü
tanimamaktaydi ve bu nedenle de hukuksal olarak siyasi
partilerin kurulmasina olanak yoktu. II. Meşrutiyetten sonra
1909 yilinda “Kanunu Esasi”de yapılan değişiklikle dernek
özgürlüğü tanınmıştır. 3 Ağustos 1909 tarihinde 310 sayılı
Cemiyetler Kanunu ile Anayasanın tanıdığı dernek özgürlüğü
düzenlenmiştir. 310 sayılı Yasaya göre, siyasi partiler
dahil her türlü derneğin milli olmaması, kavim esasına
dayanmaması ve gizli olmaması gerekiyordu. Ancak bu Yasa
dernek kurmayı izne bağlamamaktaydı.
Cumhuriyetin ilanından
sonra 1924 Anayasası’nın 70. maddesi dernek kurma hakkını
Türklerin doğal haklarından biri olarak ilan etmekteydi. Bu
dönemde II. Meşrutiyette çıkarılmış olan 310 sayılı
Cemiyetler Kanunu, 1923 yılında 335 sayılı Yasa ile
değiştirilmiş ve daha sonra 387 sayılı Yasa ile yapılan
değişikliklerle 1936 yılına kadar yürürlükte kalmıştır.
Ayrıca belirtilmelidir ki, dernekleri düzenleyen bir Yasa da
1926 yılında kabul edilen Medeni Kanundur. 1938 yılında
kabul edilen 3512 sayılı Cemiyetler Kanunu derneklerin
kurulmasını izne bağlamaktaydı. 3512 sayılı Yasada 1946
yılında 4919 sayılı Yasa ile değişiklik yapılarak serbestlik
ilkesine dönülmüştür.
27 Mayıs 1960 tarihinde
Milli Birlik Komitesinin iktidara el koymasından sonra
yapılan 1961 Anayasası ile birlikte ilk kez siyasi partiler
anayasal bir statüye ve güvenceye kavuşturuldular. 1961
Anayasası uyarınca çıkarılması gereken siyasi partilerle
ilgili yasa, 13 Temmuz 1965 yılında kabul edildi. 648 sayılı
Siyasi Partiler Kanunu, 1961 Anayasası döneminde uygulandı.
Böylece ülkemizde ilk kez siyasi partiler derneklerden
ayrılarak özel olarak düzenlenmiş oldu. 12 Eylül 1980
harekatı sonucunda kabul edilen 1982 Anayasası da partilere
yer veren bir anayasadır. Anayasanın kabulünden sonra Kurucu
Meclis tarafından 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu kabul
edildi. Siyasi partilerin statüleriyle ilgili kurallar,
Anayasa ve Siyasi Partiler Yasasından ibaret değildir. 2820
sayılı Yasanın 121. maddesine göre Medeni Yasa ile Dernekler
Yasası ve dernekler hakkında uygulanan diğer yasaların
Siyasi Partiler Yasasına aykırı olmayan hükümleri partiler
hakkında da uygulanır.[3]
Devlet yaşamında önemli bir yeri olan
siyasi partilerin anayasada düzenlenmesinin ve partilerin
kapatılmaları hakkındaki davaların Anayasa Mahkemesinde
görülmelerinin en önemli nedeni siyasi partilere hukuksal
güvence sağlamaktır. Bilindiği gibi Demokrat Partinin
hukuksal açıdan sona erişi parti üyelerinden Cemal Özbey’in
kongrenin zamanında yapılmamış olduğu ve partinin dağılmış
olduğu gerekçesiyle açtığı dava üzerine, 29 Eylül 1960 günü
Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin verdiği kararla
gerçekleşmişti.[4]
Gerek 1961 Anayasası gerek 1982 Anayasası ve bu anayasalara
dayanılarak çıkarılan 648 ve 2820 sayılı yasalar, siyasi
partilerin kuruluşlarından başlayarak çalışmaları,
denetimleri ve kapatılmaları konusunda son derece ayrıntılı
kurallar getirmişlerdir. Getirilen bu sistemde siyasi
partilerin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca izleneceği ve
gerektiğinde kapatılmaları için Anayasa Mahkemesinde dava
açılacağı öngörülmüştür.
[5]
Anayasa
Mahkemesi’nin İnsan Hakları Sözleşmeleriyle İlgili Görüşü:
Anayasa Mahkemesinin insan hakları sözleşmeleriyle ilgili
vardığı sonuç, son zamanlarda Mahkemede bir değişme eğilimi
görülmekteyse de,[6]
parti kapatma davalarında şu olmaktadır: Türkiye'nin taraf
olduğu uluslararası insan hakları sözleşmeleri hiçbir
biçimde "ülke ve ulus bütünlüğünü" bozucu, irtica yanlısı
görüşlere olur vermez. Bu görüşlerin kapatma nedeni
olabilmesi için şiddet ve terörle açık ve yakın bir bağlantı
içinde olması da, Anayasa Mahkemesine göre gerekli değildir.
Anayasa Mahkemesine göre, zaten bu görüşler toplum ve ülke
için son derece tehlikeli görüşlerdir ve bu nedenle de
partiler tarafından ileri sürülmemelidirler.
Anayasa Mahkemesi DEP
kararında bu konuda şunları söylemekteydi:
"Anayasa Mahkemesi birçok kararında İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ve Avrupa
Sosyal Haklar Temel Yasası'na yollamada bulunmuştur. İnsan
Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme
kapsamındaki hak ve özgürlükler, Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası'nda da güvence altına alınmıştır. Hakları
kullanmanın, özgürlüklerden yararlanmanın sınırsız
olmadığını vurgulayan İnsan Hakları Evrensel Demeci'nin 29
ve 30. maddeleri, içerik olarak demokratik düzeni yıkıcı söz
ve eylemlere karşı sınırlamalar getirilmesinin ve önlemler
alınmasının dayanağıdır”
[7]
Anayasa Mahkemesi bu
kararda uluslararası insan hakları sözleşmeleriyle ilgili
olarak bazı temel ilkeler saptamıştır. Bu temel ilkeler
şunlardır:
"a. Ulusal ve üniter
devletin etnik farklılıklara göre tartışılması uluslararası
hukuksal belgelerce de yasaklanmıştır. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nin 11. maddesi bu konuda son derece açıktır.
Ayrıca bu sözleşmenin 17. maddesi özellikle bu konuyla
ilgilidir. Son olarak, Birleşmiş Milletler'e üye devletlerin
katılımlarıyla Haziran 1993'de Viyana'da gerçekleştirilen
Dünya İnsan Hakları Konferansı sonunda yayınlanan
deklarasyonda da bu konuda sınırlama getirilmiştir.
b. Federal Almanya
Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi de Federal Cumhuriyetin
varlığını tehlikeye atan veya temel demokratik düzeni yok
etmeye yönelik faaliyetlerde bulunan siyasal partileri
kapatma yetkisine sahiptir. Ve Almanya Anayasa Mahkemesi hem
Komünist Parti'yi hem de Faşist Parti’yi bu gerekçelerle
kapatmıştır.
c. Avrupa hukuk
düzenlemelerinde de, bir ulus bütünlüğü içinde yer alan
etnik grupların ırkçılığa dayalı ayrımcılığı kabul
edilmemektedir. Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak
ve özgürlüklerin korunması ancak anayasal hakları yok edecek
siyasal faaliyetlerin (örgütlenmelerin) önlenmesi ile
mümkündür. Bu aynı zamanda çoğulculuğun da korunması
anlamına gelir.
ç. Fransız Anayasa
Konseyi, Korsika'ya özel statü tanıyan Yasa'nın iptali ile
ilgili kararında, Fransız vatandaşlarından oluşan ‘Fransız
Halkı’nın mütemmim cüzî (tamamlayıcısı olan) ‘Korsika Halkı’
kavramını reddetmiş ve söylenmesi gerekenin ‘Kanunen
bölünmesi mümkün olmayan Fransız Halkı’ olduğunu
vurgulamıştır.
d. Siyasi Partilerin
faaliyetleri, demokratik düzende güvence altına
alınmışlardır. Çağımız partiler demokrasisi çağıdır. Ancak
bu demokrasilerin kendilerini korumaları anlamına da gelir.
Siyasi partilerin hukuk devletinin sağladığı güvencelerden
yararlanabilmesi, ancak Anayasaya uygun davranmaları ile
mümkündür.
e. Halkların eşit ve
kendi kaderlerini tayin etme haklarıyla kültürel hakların
kullanılmasında, demokratik sistemle idare edilen
vatandaşlarına bireysel düzeyde temel ve siyasal hakları
eşit düzeyde sağlamış ülkeler için; Devlet, ülke, ulus ve
siyasal birlik esas alınmakta, bunları bozan her türlü
eylemlere hukuksal dayanak verilmemekte ve yasaklanmaktadır.
f. Demokratik
toplumlarda temel hak ve özgürlükler için esas ölçüt
bireydir. Bunun etnik gruplar için ulusal hakka
dönüştürülmesi, bu şekilde Devlet, ülke ve ulusu parçalama
hak ve özgürlüğünden söz edilmesinin bir dayanağı olamaz.
g. Uluslararası
birlikteliğin gelişmesine yönelik çalışmaların geliştiği bir
süreçte ulusal birlikteliklerin parçalanması düşünülemez ve
her iki olgunun birbirinin karşıtı olduğu söylenemez.”[8]
Sonuç olarak, Anayasa
Mahkemesine göre, siyasi partilerin kapatılmalarına diğer
çağdaş demokratik ülkelerde de rastlanmaktadır. Türkiye'de
siyasi partiler Anayasada değiştirilmesi yasaklanan,
uluslararası üstün hukuk kurallarına da uygun olan, devletin
tekliği, ülkenin bütünlüğü ve ulusun birliğini değiştirmeyi
amaçlayan çalışmalarda bulunamazlar. Anayasa Mahkemesine
göre bu düşüncelerin siyasal tercih ya da düşünce özgürlüğü
kapsamında görülmesine olanak yoktur.
Kanımca Anayasa
Mahkemesinin bu görüşünü benimsemeye ve insan hakları
açsından yerinde bulmaya olanak yoktur. Öncelikle şunu
belirtmek gerekir ki, insan hakları özgürlük
düşüncesinin bir ifadesidir. Avrupa’da entelektüel mirasın
bir bölümünü doğal hukuk düşüncesi oluşturmuştur. Doğal
hukuk düşüncesi insan hakları kavramını ortaya çıkarmıştır.
İnsan hakları birey ile devlet arasındaki ilişkide ortaya
çıkar, yani doğal hukuk kuramının ortaya çıkardığı doğal
haklar önce ulus devlet içinde gerçekleştirilmeye
çalışılmıştır. Bu haklar olumsuz nitelikte haklar olup
bireyi devlete karşı koruyan haklardır. Günümüzde bu
hakların gerçekleştirilmesi demokratik devletin en önemli
ahlaksal haklılığı olarak düşünülmektedir.[9]
Bu açıklamalardan sonra
ülkemizde yaygın olan bir yanlışa değinmek isteriz.
Ülkemizde insan hakları dendiğinde sürekli olarak niye bu
haklar içinde toplumun hakları ve devletin hakları
düşünülmüyor diye eleştirilmektedir. Yine bu görüşe göre,
nasıl olurda bir siyasi parti devletin resmi görüşünün
dışında “devlet için tehlikeli” bir görüş savunur ve bu da
insan haklarindan yararlanir. Kanimca bu yanliş bir
görüştür; çünkü insan haklari kişiyi (tüzel kişiler de
dahil) devlete karşi koruyan ve esasta olumsuz nitelikte
haklardir.
Yaptigimiz bu kisa
sapmadan ve saptamadan sonra Anayasa Mahkemesinin yukarda
aktardigimiz görüşlerini Avrupa Insan Haklari Mahkemesinin
son kararlari karşisinda irdelemek gerekmektedir. Ancak
bundan önce yapilmasi gereken parti kapatma davalarinda
Siyasi Partiler Yasasinin kurallari yerine Avrupa Insan
Haklari Sözleşmesinin uygulanabilip uygulanamayacaginin
tartişilmasi yerinde olacaktir.
Siyasi
Partiler Yasasinin Kurallari Yerine Avrupa Insan Haklari
Sözleşmesinin Uygulanmasi Sorunu:
Avrupa Insan Haklari
Sözleşmesinin hukukumuzda iki yönü vardir. Bir yönü
Anayasanin 90. maddesi geregince Avrupa Insan Haklari
Sözleşmesinin "yasa hükmünde" sayilmasidir. Ama diger
yönüyle ise bu sözleşme Anayasanin "Temel Haklar ve Ödevler"
kisminin genel hükümlerinin genel gerekçesinde yapilan atif
nedeniyle anayasal sistemimizin bir unsurudur ve yasalarin
üstünde yer alir. Anayasanin "Temel Haklar ve Ödevler"
kisminin genel hükümlerinin genel gerekçesinde "insan
haklari ve temel hürriyetlerin" Avrupa Insan Haklari
Sözleşmesi göz önünde tutularak düzenlendigi
belirtilmiştir.
Anayasanin 15.
maddesinde, savaş ve benzeri durumlarda bile temel hak ve
özgürlüklerin kullanilmasinin ancak uluslararasi
yükümlülüklerin ihlal edilmemesi koşuluyla
durdurulabileceginin belirtilmiş olmasi, bize insan haklari
sözleşmelerine anayasal bir üstünlük tanindigini
göstermektedir.[10]
Gerek 1961 gerek 1982
Anayasalarinda yer alan usulüne uygun yürürlüge konmuş
uluslararasi Antlaşmalar yasa hükmündedir kuralindan açikça
anlaşilmaktadir ki, Türk hukuk düzeninde Antlaşmalar yasa
gücündedir ve dogrudan uygulanir. Yani Antlaşmalarin
dogrudan uygulanmalari için bir başka düzenlemeye gerek
yoktur. Yine Anayasanin 90. maddesine göre "Bunlar hakkinda
Anayasaya aykirilik iddiasi ile Anayasa Mahkemesine
başvurulamaz." Bu kural da Antlaşmalarin yasalarin üstünde
oldugunu bize göstermektedir.
Anayasamizin
Antlaşmalar konusunda getirdigi düzen ve uluslararasi
hukuktaki gelişmelerin sonucu dikkate alinarak durum şöyle
özetlenebilir: 1) Antlaşmalar iç hukukun bir parçasidir. 2)
Antlaşmalar iç hukukta kendiliginden uygulanabilir; ayrica
bir düzenleme yapilmasina gerek yoktur.
[11] 3) Antlaşmalarin Anayasaya
aykiriliklari ileri sürülemez. Anayasaya aykiri da olsalar
uygulanirlar. 4) Anayasaya aykiriliklari ileri sürülemeyen
Antlaşmalarin kendilerinden sonra çikan yasalara aykiriligi
nedeniyle uygulanmamasi Anayasanin getirdigi sisteme ters
düşer. Çünkü bunun aksi düşünüldügünde, Antlaşmadan sonra
yürürlüge giren Anayasa Antlaşmayi degiştiremeyecek, buna
karşilik Antlaşmadan sonra yürürlüge giren yasa Antlaşmayi
degiştirebilecek gibi kabul edilemez bir çelişki ortaya
çikacaktir.
Antlaşmalarin yasa
degerinde oldugunu söylemek, Antlaşmalarin yasayla
degiştirilecekleri anlamina da gelmez. Antlaşmalar yasa ile
degil, ancak kendi koyduklari kurallara ve yöntemlere göre
degiştirilebilir veya ortadan kaldirilabilir. Ne Anayasanin
ne de yasanin Antlaşmayi degiştirebilmesi mümkündür. O
halde, Antlaşmalar ve özellikle de insan haklari
antlaşmalari ulusal hukuk normlarindan üstündür ve bu
antlaşmalarin yargi yerlerince öncelikle uygulanmalari
gerekir. Avrupa Insan Haklari Sözleşmesi bu nedenlerle parti
kapatma davalarinda uygulanmasi gereken hukuksal metinler
arasindadir. O halde, Siyasi Partiler Yasasindaki hükümler
Avrupa Insan Haklari Sözleşmesindeki kurallarla uyuşmuyorsa,
Anayasa Mahkemesi yasadaki kurallar yerine Sözleşme
hükümlerini uygulamak durumundadir.
[12]
Türkiye 1987 yilinda
Sözleşmenin bireysel başvuru hakkini ve 1989 yilinda da
Avrupa Insan Haklari Mahkemesinin zorunlu yargi yetkisini
tanimiştir. Böylece de Sözleşme Türkiye bakimindan tam
olarak işler bir duruma gelmiştir. Avrupa Insan Haklari
Mahkemesi Türkiye için baglayici kararlara verebilmektedir.
Bu dahi bize bu Sözleşmenin mahkemelerce uygulanmasi
gerektigini göstermektedir.
Avrupa Insan Haklari
Sözleşmesinin Siyasi Partiler Yasasinin üstünde yer aldigini
1982 Anayasasinin yorumundan da çikarabiliriz. Anayasanin 2.
maddesi Türkiye Cumhuriyetini demokratik, lâik ve sosyal bir
hukuk devleti olarak nitelendirmektedir. Yine bu maddede
Türkiye Cumhuriyeti’nin “insan haklarına saygılı” bir devlet
olması gerektiği vurgulanmıştır. Anayasanın 13. maddesinin
ikinci fıkrası temel hak ve özgürlüklerle ilgili genel ve
özel sınırlamaların demokratik toplum düzeninin gereklerine
aykırı olamayacağını hükme bağlamaktadır. Bu maddelerde sözü
geçen demokrasinin bu Anayasanın tanımladığı değil, çağdaş
ve insan haklarına dayalı demokrasi olduğu belirtilmelidir.[13]
Yine belirtilmelidir ki, özgürlüklerin
sınırlandırılmalarının sınırının bir ölçütü olarak kabul
edilmiş bulunan “demokratik toplum düzeninin gerekleri”
kavramı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinden aktarılmış bir
ölçüttür. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesindeki aynı madde
numarasına sahip olan ve nerdeyse bu maddenin aynen çevirisi
durumunda olan temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının
durdurulmasını düzenleyen 15. maddede savaş, seferberlik,
sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde “milletlerarası
hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla”
durumun gerektirdiği ölçüde özgürlüklerin askıya
alınabileceği hükme bağlanmıştır. Bu maddede yer alan
“milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklerden” kast edilen
kuşkusuz Türkiye’nin imzaladığı insan hakları ile ilgili
sözleşmelerdir. Bu sözleşmeler arasında da en önemli yeri
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi tutmaktadır. O halde, 1982
Anayasasının kendisinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini
özgürlüklerin sınırlandırılmasında yasalardan önce
başvurulması ve uygulanması gereken bir belge olarak kabul
ettiğini söylemek gerekir. Bu nedenlerle Anayasa Mahkemesi
parti kapatma davalarında Siyasi Partiler Yasasından önce,
eğer bu Yasa Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırıysa,
Sözleşmeyi uygulamak durumundadır.
Bu konuyu, bizim de
katıldığımız, Anayasa Mahkemesi Üyesi Sayın Haşim Kılıç’ın
Refah Partisi Kararına yazdığı Karşıoy Gerekçesi’nden
aktaracağımız şu alıntı ile bitirmek istiyorum: “...doğrudan
uygulanabilen normlar ihtiva eden Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi hükümlerinin Türk Mahkemeleri tarafından
uygulanması zorunludur. Türkiye’nin de bireysel başvuru
hakkini tanimak suretiyle yetkisini kabul ettigi
sözleşmedeki karar organlarinin Sözleşmenin ihlâl edildigine
karar verebilmesi ve temel haklari ihlâl eden ülkeyi mahkûm
edebilmesi bu zorunluluğu daha da belirginleştirmektedir”.
[14]
Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi Kararları İle Anayasa Mahkemesi
Kararlarının Uyumu Sorunu
Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi hukuk tekniği açısından uluslararası bir
Antlaşmadır. Bu Sözleşmeyi imza eden devletler bazı
yükümlülükler altına girmişlerdir. Bu Sözleşmenin temel
özelliği, alışılmışın dışında, doğrudan doğruya bireylere
bazı haklar tanımasıdır. Sözleşme bireye haklarını çiğneyen
devlete karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurma
olanağı sağlamaktadır. 11. Protokol ile Sözleşmede yeniden
bir yapılanma ortaya çıkmıştır. 11. Protokol İnsan Hakları
Komisyonunu ve İnsan Hakları Mahkemesini sözleşme metninden
çıkarmış ve bunların yerine devamlı görev yapan “Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi” kurmuştur. 11. Protokol 1 Kasim
1998 günü yürürlüge girmiştir.
[15]
Uluslararasi hukukta
insan haklarini çignemesi nedeniyle bir devletin
uluslararasi yarginin önüne çikarilmasi uzun yillar kabul
edilmemiştir. Avrupa Insan Haklari Sözleşmesi bu konuda bir
devrim yapmiş ve devletler kendi yetki alanlari içinde
bulunan bireylerin hak ve özgürlüklerinin Sözleşmeye uygun
olarak korunmasindan sorumlu tutulmuştur. Böylece, insan
haklarinin etkin olarak korunmasi ulusal düzeyden
uluslararasi düzeye geçmiş ve birey uluslararasi hukukta ilk
kez hak sahibi olmuştur.
Avrupa Insan Haklari
Sözleşmesi iç hukukumuzun bir parçasi oldugundan yargi
yerlerince özellikle ve öncelikle uygulanmak durumunda
bulundugundan, Avrupa Insan Haklari Komisyonu ve Avrupa
Insan Haklari Mahkemesi kararlari ile Anayasa Mahkemesi'nin
kararlarinin birbiriyle uyumu sorunu önemli bir sorun olarak
ortaya çikmaktadir.
Jacgues Robert'in IX.
Avrupa Anayasa Mahkemeleri Genel Raporu'nda belirttigi gibi,
Anayasa Mahkemeleri bütünüyle bagimsiz ve yüksek mahkeme
statüsüne sahiptirler. Yine şu da belirtilebilir ki, gerek
uluslarüstü yargi organlari gerek Anayasa Mahkemeleri
ihtiyatli davranmalari veya düşüncelerin dogal uyumu
nedeniyle Avrupa'da çogunlukla ayni hukuksal sonuca
varmaktadirlar.[16]
Örnegin, Ispanya Avrupa içtihat hukukunu dogrudan
kararlarina aldigi 50 olay oldugunu belirtmektedir.
Belçika'da Anayasa Yargisi yapan "Hakem Mahkemesi" tabii
çocuklarin miras haklari ile ilgili 4 Haziran 1991 tarihli
kararinda, Avrupa Insan Haklari Mahkemesinin 13 Temmuz 1979
tarihli Marckx kararini oldugu gibi almiştir. Bunun üzerine,
Mahkeme 4 Haziran 1991 tarihli kararinda (Vermeire v.
Belgium) Belçika'nin görüşünü kabul etmiştir.
[17]
Avrupa Insan Haklari
Mahkemesinin elinde uygulayacagi bir tek anayasal araç
vardir: Bu da Avrupa Insan Haklari Sözleşmesidir. Buna
karşilik anayasa mahkemeleri ise esasta ulusal anayasalara
göre karar verirler. Kisaca söylemek gerekirse, anayasa
mahkemeleri anayasalari, Avrupa Mahkemesi de Sözleşmeyi
yorumlar. Her iki metnin esasta veya bütünüyle birbirinin
ayni olmasina ragmen farkli yorumlanmalari mümkündür.
Özellikle bu duruma temel haklarin iç hukuktaki korunmasinin
Sözleşmenin korunmasinin ötesinde ve üstünde oldugu
durumlarda rastlanmaktadir. Ancak bazi durumlarda da Avrupa
Insan Haklari korumasi iç hukuktaki korumadan daha güçlü
olabilir. Ne yazik ki, ülkemiz şu an bu konumdadir.
Sözleşmeye taraf olan
devletin Anayasa Mahkemesi belirli bir yasayi Anayasaya
aykiri bulmamasina ragmen, bu önlemin ve uygulamanin Avrupa
Mahkemesince Sözleşmeye aykiri bulunmasi durumuyla
karşilaşilabilmektedir. Bunun önemli nedenlerinden biri
denetimde kullanilan ölçülerin zaman zaman farkli olmasi
olabilmektedir. Arzu edilen ve genellikle de olan
Strasbourg organlari ile anayasa mahkemelerinin
içtihatlarinin uyumlu olmasidir.
[18]Anayasa Mahkemesinde uygulanan
yargilama usulünün veya Anayasa Mahkemesi kararinin da
Sözleşmeyi ihlâl etmesi olasiliginin var olabilecegi de
belirtilmelidir.
Sözleşmeyi yorumlamada
yetkili organ Avrupa Insan Haklari Mahkemesi oldugundan,
eger mümkünse bu organin yorumuna uygun karar vermek anayasa
mahkemeleri açisindan en dogru yol olacaktir. Yani eger
Anayasada yer alan hükmün benzeri Sözleşmede de yer
almaktaysa ve Avrupa Mahkemesi bunu belirli bir biçimde
yorumlamaktaysa, bu yoruma uygun davranmak ve ona göre karar
vermek gerekir. Avrupa Mahkemesinin içtihadini bile bile,
Anayasada bunun aksine bir hüküm bulunmadikça, tersine bir
yorumda bulunmak akillica da olmayacaktir; çünkü bu durumda
her zaman bireysel başvuru yoluyla Avrupa Insan Haklari
Mahkemesine başvurabilmek olanagi vardir.
Avrupa
Insan Haklari Mahkemesinin Türkiye'deki Parti Kapatmalarla
Ilgili Kararlari:
Bir siyasi partinin
kapatilmasi karari Avrupa Insan Haklari Mahkemesinin önüne
götürüldügünde, denetleme Avrupa Insan Haklari Sözleşmesi
hükümleri çerçevesinde yapilmaktadir. Avrupa Mahkemesi
incelemelerini sadece Sözleşme hükümleri içinde
kalarak yapmaktadir. Şu da belirtilmelidir ki, gerek
başvuran taraf gerek savunmadaki hükümet tarafi Avrupa
Mahkemesi önünde Sözleşme ve Protokollerinden başka bir
dayanaga sahip de degillerdir. Bu bakimdan, bir siyasi
partinin kapatilmasi kararinin öncelikle Avrupa Insan
Haklari Sözleşmesinin 11. maddesinin ikinci fikrasi
hükümleriyle bagdaşir olmasi gerekmektedir.
Avrupa Insan Haklari
Sözleşmesinin 11. maddesinin ikinci fikrasinin hükmü,
"ulusal güvenlik", "kamu güvenligi", "suçun önlenmesi" ve
“başkalarinin hak ve özgürlüklerinin korunmasi" gibi
sebeplerle, örgütlenme hak ve özgürlügünün yasayla
kisitlanabilecegini benimsemiş ancak, anilan kisitlama
sebepleri de, "demokratik toplum" kriteriyle
sinirlandirilmiştir. Bir başka deyişle, örgütlenme hak ve
özgürlügünün her kisitlanma sebebi, demokratik bir toplum
için gerektigi zaman ve ölçüde kullanilmalidir. Aksi halde
kisitlama Avrupa Insan Haklari Sözleşmesinin sinirlarini
aşar ve Avrupa Insan Haklari Sözleşmesinin ihlali sonucunu
yaratir. Avrupa Insan Haklari Mahkemesi demokratik toplumun
“çoğulculuk ve hoşgörü” temellerine dayandığı görüşündedir.
[19]
Bir siyasi
partinin kapatılması söz konusuysa, örgütlenme hak ve
özgürlüğünün Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 11.
maddesinin ikinci fıkrasında sayılan "ulusal güvenlik",
"kamu güvenliği" ve “başkalarinin hak ve özgürlüklerinin
korunmasi" gibi kisitlama sebeplerine dayanilarak bunun
somutlaştirilmasi gerekir. Ulusal güvenligin korunmasi
sebebine dayanmak için, örgütlenmenin, ülke topraklarini
parçalamaya yöneldigi ve bu amaca yönelik hareketlerin bölge
barişini bozma egilimi gösterdigi veya komşu devletlerin
düşmanca amaçlarina hizmet edildigi delillendirilmeli; kamu
güvenliginin korunmasi sebebini ileri sürebilmek için ise,
parti örgütünün terörü destekledigi veya yönettigi, halk
arasinda kin ve husumet duygularini körükledigi ispat
edilmelidir. Yine, başkalarinin hak ve özgürlüklerinin
korunmasi sebebine dayanabilmek için de, terörle örgütün
(partinin) baglantisi kanitlanmalidir.
Avrupa Insan Haklari
Sözleşmesinin 17. maddesi, Sözleşmede (ve ek Protokolde)
öngörülen hak ve özgürlüklerden hiçbirisinin bu hak ve
özgürlüklerin yok edilmesi veya belirlenenden daha çok
kisitlanmasi amaçlari için kullanilamayacagini ifade
etmiştir. Hemen kaydedilmelidir ki, anilan madde, Avrupa
Insan Haklari Komisyonu ve Avrupa Insan Haklari Mahkemesinin
içtihatlarinda yaygin bir uygulama alanina sahip
bulunmamaktadir. Bu nedenle Türkiye tarafindan yapildigi
gibi bu maddeye sik sik siginmaya çalişmamak gerekir.
17. maddenin amaci,
Avrupa Insan Haklari Sözleşmesinde öngörülen hak ve
özgürlüklerin korunmasidir. Egemen görüşe göre, 17. madde
Avrupa Insan Haklari Sözleşmesinin özgürlükçü hukuk devleti
sistemini tehdit edecek şekilde kullanilamaz.[20]
17. madde Avrupa Insan Haklari Sözleşmesindeki hak ve
özgürlüklerin yok edilmesine olanak vermemekle birlikte, bu
aykiri amaca yönelmiş olan kişileri de, Avrupa Insan Haklari
Sözleşmesindeki hak ve özgürlüklerden yoksun birakamaz.
Örnegin, örgütlenme hakki, Avrupa Insan Haklari
Sözleşmesinin korudugu demokratik düzeni tahrip amaciyla
kullanilamaz. Ancak devlet, demokratik düzenin tahribine
yönelmiş olanlari, kişisel özgürlük ve güvenlik (5. madde)
ve adil yargilanma (6. madde) haklari gibi temel bireysel
haklardan mahrum etme yetkisine de sahip degildir.[21]
Avrupa Insan Haklari
Komisyonu, Federal Alman Anayasa Mahkemesi'nin 17.8.1956
günlü Komünist Partisinin kapatma karari üzerine yapilan
başvuruyu, sadece Avrupa Insan Haklari Sözleşmesinin 17.
maddesine dayanarak reddetmiştir. Avrupa Insan Haklari
Komisyonu bu kararda, Federal Alman Anayasa Mahkemesinin
davali partinin proletarya ihtilalini ve diktatörlügünü
amaçladigini, Komünist Partisinin kendi açiklamalarina
dayanarak saptadigina dikkat çekmiş; komünist kuramin da
bunu teyit ettigini belirtmiş ve sonuç olarak da
diktatörlügün hiçbir biçimde Avrupa Insan Haklari Sözleşmesi
ile bagdaşmadigini vurgulamiştir. Avrupa Insan Haklari
Komisyonu bu kararda Avrupa Insan Haklari Sözleşmesinin 9.,
10. ve 11. maddelerinin ve ikinci fikralarinin uygulanmasini
gereksiz bulmuştur.
[22]
Avrupa Insan Haklari
Komisyonu bu karardan sonra bir daha 17. maddeyi tek başina
hiçbir davada uygulamamiştir. Avrupa Insan Haklari
Komisyonu, artik olayla ilgisi bulunan Avrupa Insan Haklari
Sözleşmesinin bir kuraliyla birlikte 17. maddeyi uygulamayi
yeglemektedir. Avrupa Insan Haklari Komisyonunun yerleşik
anlayişina göre, Avrupa Insan Haklari Sözleşmesinin 17.
maddesi hak ve özgürlükleri yok etmek amacina ulaşilmasini
kolaylaştiran haklari kapsar. Avrupa Insan Haklari
Sözleşmesinin 10. maddesinde yer alan düşünce özgürlügü veya
11. maddesindeki örgütlenme hak ve özgürlügü totaliter
amaçlar için kötüye kullanilabilir. Buna karşilik 5. maddede
yer alan kişi özgürlügü ve güvenligi veya 6. maddedeki adil
yargilanma hakki niteligi geregi totaliter veya
antidemokratik amaçlar için kullanilamaz. O halde, Avrupa
Insan Haklari Sözleşmesindeki hak ve özgürlükler totaliter
veya antidemokratik amaçlar için kullanilabilip
kullanilamayacaklarina göre ayrilirlar. Bunlardan kötüye
kullanilabilecek olanlar 17. maddenin kapsamina girer.
Kapsama girmeyen veya kötüye kullanilmayan bir hak veya
özgürlügün kisitlanmasi ise, Sözleşmeye aykirilik
oluşturacaktir. Hiç kuşkusuz bir hak veya özgürlügün kötüye
kullanildigi veya özgürlük düzeninin tahribinin amaçlandigi
hep kanitlanmasi gereken konulardir. De Becker kararinda
vurgulandigi gibi, demokratik sisteme ve özgürlükçü düzene
yönelik tehdidin de sürekli ve ciddi bir nitelik taşimasi
gerekir.[23]
Avrupa Insan Haklari
Sözleşmesi açisindan, bir siyasi parti ancak antidemokratik
ve totaliter amaçlarla özgürlükçü düzeni yok etmeye
yönelmişse ve ciddi bir tehlike yaratiyorsa özgürlükçü
demokratik hukuk devletini korumak için kapatilabilir. Bu
konuda, totaliter egilim, irkçilik, halk arasinda kin ve
düşmanlik yaratmak, terörizm gibi olgularla siyasi parti
arasinda baglanti kurulmasi önemlidir. Kapatilan siyasi
partinin, özgürlükçü düzeni yok etmeye veya tahribe
yöneldigi kanitlanirken, kapatma kararinin hukuki
dayanaklarinin (Siyasi Partiler Yasasi gibi) da özgürlükçü
ve çogulcu demokrasiyi koruma işlevi gördügü ortaya
konulmalidir.
Siyasi
parti kapatma davalarinda önemli bir Sözleşme hükmü de
Avrupa Insan Haklari Sözleşmesinin 10. maddesidir. Bu
maddeye göre, "Herkes görüşlerini açiklama ve anlatim
özgürlügüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlügü ile kamu
otoritelerinin müdahalesi ve ülke sinirlari söz konusu
olmaksizin haber veya fikir almak ve vermek özgürlügünü
içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema
işletmelerini bir izin rejimine bagli tutmalarina engel
degildir.” Bu maddenin ikinci fıkrası ise, bu özgürlüğün
nasıl sınırlandırılabileceğini göstermektedir: “Kullanılması
görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir
toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal
güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin
korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin
önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve
haklarının korunması, veya yargı gücünün otorite ve
tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen biçim
koşullarına, sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabilir.”
Sözleşmenin bu 10. maddesini anlayabilmek için Avrupa Insan
Haklari Komisyonu ve Avrupa Insan Haklari Mahkemesinin
kararlrina bakmak gerekir.
Avrupa Insan Haklari
Mahkemesi çeşitli kararlarinda düşünceyi ifade özgürlügünün
demokrasilerdeki önemini vurgulamiştir:
"Düşünceyi açiklama
özgürlügü demokratik toplumun önemli temellerinden birini,
bu toplumun ve her insanin gelişiminin temel koşulunu
oluşturur. Sözleşmenin 10. maddesi, ikinci fikradaki
koşullara tabi olarak, yalniz uygun ve iyi olarak düşünülen
veya zararsiz veya önemsiz sayilabilecek "haber" ve
"düşünceler" için degil, ayni zamanda Devleti veya toplumun
herhangi bir bölümünü şok eden, gücendiren veya rahatsiz
eden düşünceler ve haberler için de geçerlidir ve
uygulanmalidir. Bunlar çogulculuk, hoşgörü ve açik fikirli
olmanin gerekleri olup, bu özellikler olmadan herhangi bir
"demokratik toplum" düşünülemez”.
[24]
Sözleşmenin 10.
maddesindeki düşünceyi ifade özgürlügü mutlak bir hak
degildir. 10. maddenin ikinci fikrasinda yazili meşru
amaçlarla sinirlandirilabilir. Dikkat edilmesi gereken husus
sinirlandirmanin yalniz bu ikinci fikradaki amaçlarla
yapilabilecegidir. Bunun yaninda yapilan sinirlandirma için
demokratik toplum açisindan bir zorunluluk var olmalidir.
Avrupa Insan Haklari Mahkemesi ancak düşünceyi ifade
özgürlügüne müdahaleyi önündeki davadaki koşullar ve
gerçekler açisindan bir gereklilik oldugu konusunda ikna
edilebilirse onaylamaktadir
[25] Bir müdahalenin "zorunlu" olmasi
için, o müdahalenin makul ve arzu edilebilir olmanin
ötesinde de bir şeyler taşimasi gerekir. Yani yapilan
sinirlama için "önemli ve zorunlu bir sosyal gereksinim"
gösterilmelidir. Ayrica, özgürlüge müdahale
gerçekleştirilmek istenen meşru amaçla veya amaçlarla ölçülü
ve müdahale için gösterilen nedenler ilgili ve yeterli
olmalidir
[26]Önemli bir konu da, Avrupa Insan
Haklari Mahkemesine göre, düşünceyi açiklama özgürlügü çok
önemli bir özgürlük oldugundan, sinirlandirma yapilirken
gerekli olan bütün özen gösterilmelidir.
Avrupa Insan Haklari
Mahkemesinin Piermont davasinda söyledikleri oldukça
ilginçtir. Bir Alman vatandaşi olan Piermont Avrupa
Parlamentosu üyesidir ve Fransiz Polenezyasi'nda yerel
bagimsiz ve anti-nükleer bir hareketin bir yürüyüşüne
katilir. Bu sirada da bu ülkede seçimler yapilmaktadir. Bu
yürüyüşte Piermont Fransa'nin Pasifik'te yapmakta oldugu
nükleer denemeleri kinayan bir konuşma yapar. Basin bu
konuşmaya oldukça geniş bir yer verir. Piermont tam Yeni
Kaladenyo'ya gitmek için uçaga binerken, Piermont'a bir daha
Polenezya'ya giremeyecegi ve ülkeyi hemen terk etmesi
gerektigi; çünkü bir yabanci olarak yeterli duyarliligi ve
özeni göstermedigi bildirilir. Bu nedenlerle Piermont'un
Yeni Kaledonya'ya gitmesi de yasaklanir.
Fransiz hükümeti bu tür
bir önlemin Sözleşmenin 10. maddesinin ikinci fikrasinda
belirtilen düzeninin saglanmasi amaciyla demokratik toplum
düzeninin gerekleri için alindigini belirtir. Avrupa Insan
Haklari Mahkemesi Fransa'nin deniz-aşiri yerlerinde gergin
bir siyasal ortamin ve seçimlerin yapiliyor olmasinin bir
miktar agirlik taşiyacagini belirtmiştir. Ancak Piermont'un
yasal ve barişçi bir gösteride konuştugunu ve yaptigi
konuşmada hiçbir biçimde şiddete yer vermedigini sürekli
bariştan söz ettigini; ama anti-nükleer bir görüşü
savundugunu, bu görüşün birçok siyasi parti tarafindan da
savunuldugunu ve bu nedenlerle bu görüşlerin Polenezya'da
demokratik tartişmaya canlilik getirecegini belirtmiştir.
Yine Mahkeme yapilan bu konuşmadan sonra herhangi bir
düzensizligin ve olaylarin ortaya çikmadigini vurgulamiştir.
Bu nedenlerle Mahkeme Fransiz hükümetinin aldigi önlemi
Sözleşmenin 10. maddesine aykiri bulmuştur.
[27]
Bu açiklamalardan
sonra, Avrupa Insan Haklari Mahkemesinin Türkiye Birleşik
Komünist Partisi, Sosyalist Parti ve ÖZDEP ile ilgili
verdigi kararlari inceleyebiliriz. Bu üç karar da Türkiye ve
Anayasa Mahkemesi açisindan son derece önemli kararlardir.
Avrupa Insan Haklari
Mahkemesi Türkiye Birleşik Komünist Partisi kararinda ilk
olarak, Avrupa Insan Haklari Sözleşmesinin 11. maddesindeki
haktan siyasal partilerin yararlanip yararlanamayacaklarini
incelemiştir. Sözleşme, "Herkes ... dernek kurmak, ayrica
çikarlarini korumak için ... sendikalar kurmak ... haklarina
sahiptir.” demektedir. Bu hüküm sendikaları kurulabilecek
örgüt örneklerinden biri olarak saymakta ve açıkça
örgütlenme özgürlüğünün başka biçimlerde de kullanılacağını
göstermektedir. Bu nedenle de, Mahkeme Türkiye Cumhuriyeti
Hükümetinin bu maddenin sendikalara atıf yapması nedeniyle
siyasal partilere uygulanamayacağı yolundaki savını
reddetmiştir. Daha da önemlisi Mahkeme siyasal partilerin
demokrasilerin düzgün ve doğru bir biçimde işleyebilmesi
için temel örgütler olduğunu vurgulamıştır. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesine göre sözleşme sistemi içinde
demokrasinin önemi göz önüne alınacak olursa, 11. maddenin
siyasal partileri kapsadığından kuşku duyulamaz. Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi, ulusal makamların devletin anayasal
yapısını yok etmeye çalıştığını söylediği siyasal partiler
dahil, her türlü derneğin bu Sözleşmenin korumasından
yararlanacağını belirtmiştir.[28]
Mahkeme, bunun yanında
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Başlangıcında “Aynı
inancı taşıyan ve siyasal gelenekler, idealler, özgürlüklere
saygı ve hukukun üstünlüğü konularında ortak bir mirası
paylaşan Avrupa devletlerinin hükümetleri...” sözcüklerinin
yer aldığını belirterek, bu hususların öncelikle de ulusal
anayasalarda hükme bağlandığını ve bağlanması gerektiğini
açıklamıştır.
Mahkeme, Sözleşmenin 1.
maddesine göre, Sözleşmeye taraf olan her Devletin kendi
yetki alanları içinde her kişiye bu Sözleşmede yer alan hak
ve özgürlükleri tanımak zorunda olduğunu vurgulamıştır.
Sözleşmeye taraf olan Devletlerin siyasal ve kurumsal
örgütleri, bu nedenle, Sözleşmede yazılı bulunan hak ve
özgürlüklere saygı göstermek durumundadır.
Siyasal partilerin
kapatılabilmeleri, o devlette örgütlenme özgürlüğünü
ve bunun sonucu olarak da, demokrasiyi doğrudan etkiler. Bu
bağlamda Mahkeme, Sözleşme sisteminde demokratik toplumu
korumanın gerekleri ile kişisel haklar arasında bir
uyuşmanın veya orta yol bulmanın gerekliliğini belirtmiştir.
Bu uyuşmanın dernek özgürlüğü açısından ortaya çıkabilmesi
için Sözleşmenin 11. maddesinin sınırlamanın nasıl
yapılacağını gösteren 2. fıkrasına uygun olması gerekir.
Mahkeme, daha önce de
çeşitli kararlarında belirttiği gibi, Sözleşmenin teorik
veya aldatıcı değil, pratik ve etkili bir biçimde hakları
garanti altına aldığını yeniden vurgulamıştır. Eğer dernek
özgürlüğü sadece dernek kurmayla sınırlı olsaydı, o zaman bu
özgürlük teorik ve hayali bir özgürlük olarak kalırdı. Çünkü
ulusal makamlar dernek kurulur kurulmaz hemen o derneği
kapatabilirlerdi. Demek ki dernek özgürlüğü sadece kurulmayı
değil faaliyeti de kapsar.
11. Maddeye uygunluk
sorunu Mahkemece şöyle ele alınmıştır:
(i) Bir müdahalenin
veya engellemenin olup olmadığı?
Mahkeme önündeki olayda
dernek özgürlüğüne bir engellemenin veya müdahalenin
olduğunun açık olduğunu belirtmektedir.
(ii) Acaba yapılan
müdahale haklı sayılabilir mi?
Eğer dernek özgürlüğüne
yapılan müdahale yasa tarafından yapılmazsa, 11. maddenin
ikinci fıkrasında yazılı meşru amaçlar güdülmez ise veya
demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmazsa bu
maddenin ihlali olarak değerlendirilmelidir.
(a) Sınırlamayı yasanın
belirlemesi.
Mahkeme bu konuda bir
tereddüt olmadığını, çünkü Anayasa Mahkemesinin TBKP'ni
Anayasa'nın 2., 3/1., 6., 6., 10/1. ve 14/1. ve eski 68.
maddesiyle 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası'nın 78. 81 ve
96 (3) maddelerine dayanarak kapattığını belirtmiştir.
(b) Meşru amaç:
T.C. Hükümeti davada
dernek özgürlüğüne yapılan müdahalenin bir çok meşru amaç
taşıdığını belirtmiştir: Ulusal güvenlik, kamu güvenliği,
devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ve
başkalarının hak ve özgürlüklerini korumak gibi.
Mahkeme de, aynen
Komisyon gibi, TBKP'nin kapatılmasında izlenen "meşru
amaçlar"dan en azından birinin, "ulusal güvenliğinin
korunması" olduğunu düşünmektedir. O halde, bu amaç veya
sınırlama nedeninin "demokratik toplum düzeninin
gerekleri"ne aykırı olmaması gerekir.
(c) "Demokratik toplum
düzeninin gerekleri"
(i) Genel İlkeler
Mahkeme, 11. maddenin
özgürlükler içinde özerk bir rolü olduğunu ve belli bir
uygulama alanına sahip bulunduğunu kabul etmekle birlikte,
bu davada 11. maddenin 10. maddeyle birlikte ele alınması
gerektiğini düşünmektedir. Düşüncelerin korunması ve ifade
edilmesi özgürlüğü, 11. maddedeki dernek kurma ve toplanma
özgürlüğünün amaçlarından biridir.
Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine göre çoğulculuk olmadan demokrasi olamaz. 10.
madde, yani düşünceyi ifade özgürlüğü, ikinci fıkrasındaki
sınırlamalar ile sadece olumlu veya zararsız veya
umursanmayacak "düşünceler" ve "bilgiler ve haberler"e
değil, aynı zamanda rahatsız edici şok etkisi yapan ve taciz
edici "düşünceler"e, "bilgilere ve haberlere"de tatbik
edilmeli ve bu tür ifadeler bu maddenin korumasından
yararlanmalıdır. Faaliyetleri düşünceyi ifade özgürlüğünün
kolektif kullanımının bir parçasını oluşturan siyasal
partiler de doğal olarak, Sözleşmenin 10 ve 11. maddelerinin
korumasından yararlanacaklardır. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine göre, Devlet çoğulculuk ilkesinin en son
garantörüdür. Mahkemeye göre Avrupa kamu düzeninin en önemli
ve temel özelliğini demokrasi oluşturur.
Sözleşmedeki 8,9,10. ve
11. maddelerdeki özgürlüklerin kullanımının
sınırlandırılması "demokratik toplum düzeninin gereklerine”
aykırı olmamalıdır. O halde bu maddelerdeki özgürlüklere
müdahaleyi haklı kılabilecek tek gereklilik tipi,
“demokratik toplum"dan kaynaklanan gereklilik olabilir.
Sözleşmede düşünülen tek bir siyasal model vardir, o da
demokrasidir. Bu nedenle, sinirlamalar demokratik toplum
düzeniyle uyumlu olmalidir. Avrupa Insan Haklari Mahkemesine
göre, ifade özgürlügü demokratik toplumun esaslarindan
birini oluşturur. Düşünceyi açiklama özgürlügü bunun yaninda
her bireyin kendini gerçekleştirmesinin ve ilerlemesinin
temel koşullarindan birini oluşturur.
Avrupa Insan Haklari
Mahkemesine göre bu söylenenlerin bir sonucu olarak, 11.
maddede belirtilen sinirlandirma sebepleri siyasal partiler
söz konusu oldugunda dar yorumlanmalidir. Sadece inandirici
ve zorunlu nedenler siyasal partilerin örgütlenme
özgürlügünün sinirlandirilmasini hakli kilabilir. 11.
maddenin ikinci fikrasindaki anlamda bir gereklilik olup
olmadiginin saptanmasinda Sözleşmeye taraf Devletler sinirli
bir degerlendirme veya takdir yetkisine sahiptirler.
Devletlerin bu sinirli degerlendirme yetkisi, hem yasalarin,
bagimsiz mahkemelerce verilen kararlarda dahil olmak üzere,
hem de uygulamalarin siki bir Avrupa denetimiyle birlikte
gerçekleştirilmesini gerekli kilar.
Mahkeme ulusal
otoritelerce yapilan sinirlamalari incelerken, yapilan bu
sinirlamalar meşru amaçlar gütseler dahi, özgürlüge
getirilen sinirlamanin bu amacin zorunlu veya gerekli
kilindigindan fazla olmamasina bakilmasi gerektigini
söylemektedir. Yani mutlaka amaç ve sinirlama orantisi
olmalidir. Daha açik bir deyişle sinirlama "ölçülü"
olmalidir.
Avrupa Insan Haklari
Mahkemesi ilk olarak TBKP'nin faaliyetine başlamadan Anayasa
Mahkemesince kapatildigini ve kapatma kararinin Partinin
tüzügü ve programi nedeniyle verildigini belirtmiştir.
Mahkemeye göre, Anayasa Mahkemesi karari incelendiginde
Partinin veya liderlerinin gerçek amaçlarinin gizlendigini
gösteren hiçbir kanitin da olmadigi anlaşilmaktadir. Mahkeme
de ulusal otoriteler gibi dernek özgürlügüne yapilan
müdahaleyi sözü edilen belgelere bakarak yapmiştir. Yani
sadece program ve tüzük incelenmiştir.
Avrupa Insan Haklari
Mahkemesi sadece Anayasa Mahkemesinin kapatma kararina
gerekçe teşkil eden iki nedeni incelemiştir. Çünkü diger
nedenler Anayasa Mahkemesince kapatmaya gerekçe olmamiştir.
(i) Bunlardan ilki,
TBKP'nin 2820 sayili Yasanin 96. maddesinin son fikrasinin
ihlal ettigi iddiasidir. Bu fikraya göre Komünist, anarşist,
faşist, teokratik, nasyonal sosyalist, din, dil, irk, mezhep
ve bölge adlariyla veya ayni anlama gelen adlarla da siyasi
partiler kurulamaz veya parti adinda bu kelimeler
kullanilamaz. Avrupa Insan Haklari Mahkemesi parti adinda
komünist sözcügü yer aldi diye, bu kadar önemli ve sert bir
yaptirimin o partiye uygulanmasini, eger kapatma için başka
koşullar yoksa, kabul etmemektedir. Şu da belirtilmelidir ki
17 Agustos 1956 günü Alman Anayasa Mahkemesince kapatilan
Alman Komünist Partisi TBKP'den farklidir. TBKP adi komünist
olmasina ragmen, demokrasiyi ortadan kaldirma amaci
taşimamaktadir ve yine bu Parti siyasal çogulculugu yok
etmek arzusunda da degildir. TBKP'nin Türk toplumu ve Türk
Devleti için gerçek bir tehlike oluşturdugu ortaya konmadan
sadece adi nedeniyle kapatilmasi Sözleşmenin 11. maddesine
aykiridir.
(ii) Anayasa
Mahkemesinin kabul ettigi ikinci kapatma nedeni TBKP'nin
ayrilikçi bir parti olmasi ve Türk ulusunu bölmeyi
amaçlamasidir. Anayasa Mahkemesine göre, TBKP'nin program ve
tüzügünde Türk ve Kürt uluslari arasinda ayirim yapilarak
azinlik yaratma amaci açiga çikmaktadir. Anayasa Mahkemesine
göre, Lozan Antlaşmasi ile kabul edilenler dişinda bir
azinlik yoktur ve olamaz. Partinin yaptigi bu Türk ve Kürt
uluslari biçimindeki ayrim Devletin ülkesi ve ulusuyla
bölünmez bütünlügüne aykiridir.
Avrupa Insan Haklari
Mahkemesi, Partinin programinda Kürt "halki" ve "ulusu" ve
Kürt "vatandaşlari" sözcüklerinin yer aldigini; ancak
bunlarin bir azinlik olarak tanimlanmadigini ve böyle bir
savda da bulunulmadigini belirtmektedir. Mahkeme, Partinin
"Kürt varligi"nin sadece kabul edilmesinden başka bir şey
istemedigini vurgulamaktadir. Kürtlere özel bir takim haklar
taninmasi istegi veya Kürtlerin Türk halkindan ayrilmasi
hakkinin verilmesi gibi istemlere de Programda yer
verilmemiştir. Tam tersine, Partiye göre Kürt halkina karşi
yapilacak ayrimcilik ortadan kaldirilacak olursa, Türkler ve
Kürtler mutlaka bariş içinde birlikte yaşayacaklardir.
Avrupa Insan Haklari
Mahkemesi demokrasinin temel özelliklerinden birinin,
şiddete başvurmadan ülkenin sorunlarina diyalog yoluyla
çözümler bulma oldugunu belirterek, bazen bu çözümlerin can
sikici ve hoşa gitmeyen şeyler olabilecegini, ama buna
katlanilmasi gerektigini belirtmiştir. Demokrasinin temeli
düşünceyi ifade özgürlügüdür ve yine demokrasinin yaşamasi
ifade özgürlügünün saglanmasina baglidir.
Avrupa Insan Haklari
Mahkemesi partinin programinin, o partinin gizli amaçlarini
ve objektiflerini gizledigi savinin kolayca bir kenara
atilamayacagini; ancak Partinin gizli amaçlarinin olup
olmadigini anlayabilmek için de o partinin faaliyetlerine
bakmak gerektigini vurgulamiştir. Bu davada TBKP'nin
programinin uygulamada ne şekle bürünecegi
anlaşilamamaktadir. Çünkü Parti kurulur kurulmaz, faaliyete
dogru dürüst başlayamadan kapatilmiştir. Herhangi bir
faaliyet söz konusu olmadigina göre, TBKP'nin Türkiye'nin
terörizm sorununa olumsuz bir katkisinin oldugunu iddia
etmek de mümkün degildir.
Avrupa Insan Haklari
Mahkemesine göre, Sözleşmenin 17. maddesini bu davada göz
önüne alip uygulama olanagi yoktur, çünkü TBKP'nin
programinda Sözleşmede yazili hak ve özgürlükleri ortadan
kaldirmak amaciyla Sözleşmedeki özgürlüklere dayanildigini
gösterir herhangi bir şey bulunmamaktadir. Yukarda açiklanan
gerekçelerle, Avrupa Insan Haklari Mahkemesi, Parti
faaliyete dahi geçmeden,TBKP'nin hemen ve temelli olarak
kapatilmasi yaptirimiyla karşilaşmalarini ve liderlerine
getirilen siyasal yasaklari ölçüsüz ve bu nedenle de
demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bulmamiş ve
kapatma yaptiriminin uygulanmasini Sözleşmenin 11.
maddesinin ihlali olarak görmüştür.
Avrupa Insan Haklari
Mahkemesi Sosyalist Partisi kararinda da TBKP kararindaki
görüşleri aynen tekrarlamiştir.[29]
Bu nedenle bu kararin özetlemesine gerek
yoktur. Anlaşilan o ki, Mahkeme parti kapatmalari
konusundaki içtihadini artik oluşturmuştur. Anayasa
Mahkemesi parti kapatma davalarindaki görüşünü
degiştirmedigi sürece bundan sonraki davalarin nasil
sonuçlanacagini bilebilmek için kahin olmaya gerek yoktur.
Avrupa Insan Haklari
Mahkemesi Sosyalist Partisi kararinda da demokrasinin temel
özelliklerinden birinin şiddete başvurmadan ülkenin
sorularina diyalog yoluyla çözümler bulma oldugunu
belirmiştir. Önerilen çözümlerin bazen hoşa gitmeyen ve can
sikici öneriler olabilecegini de belirten Mahkeme, buna
katlanilmasi gerektigini vurgulamiştir. Mahkeme Sosyalist
Partinin Türk ve Kürt kesimlerini kapsayan bir federal
devlet kurulmasi düşüncesini ve Kürt halkinin kendi kaderini
tayin hakkina sahip oldugu yolundaki görüşleri de "bölünmez
bütünlüge" aykiri görmemiştir.[30]
Sosyalist Parti
kararinda Mahkeme TBKP kararindan farkli olarak manevi
tazminata hükmetmiştir. Bunun nedeni, Mahkemeye göre,
Sosyalist Partinin dört yil boyunca faaliyette bulunmuş
olmasidir. Bu nedenle de Mahkemeye göre bir zarara ugrama
söz konusu olmuştur.[31]
Avrupa Insan Haklari
Mahkemesi 8 Aralik 1999 günü Anayasa Mahkemesinin kapattigi
partilerden biri olan ÖZDEP hakkinda da Türkiye aleyhine
karar vermiştir. Avrupa Mahkemesi Türkiye’nin Sözleşmenin
11. maddesini ihlal ettigini saptamiştir. Bu kararda da
Avrupa Mahkemesi ÖZDEP’in programında yazılanların partinin
esas amacını gizleyebileceğini kabul etmektedir. Ancak
Mahkemeye göre bu görüşü destekleyecek parti eylemleri
ortaya konmadıkça, bu partinin resmi söyleminin samimi
olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Bu kötü niyet
kanıtlanamadığından ÖZDEP düşünceyi ifade özgürlüğünü
kullanması nedeniyle cezalandırılmış olmaktadır. Demokrasi
düşünceyi ifade özgürlüğü üzerinde yeşeren ve büyüyen bir
şeydir. Bu açıdan bakıldığında bir siyasi partinin bir
siyasal grubu, Devletin nüfusunun bir bölümünün konumunu
kamu önünde tartışmak istemesini ve bu bölümün sorunlarına
herkesi tatmin edecek çözümler bulmaya çalışmalarını
engellemek haklı olamaz.[32]
Avrupa’daki önemli bir
gelişmede Avrupa Konseyi Genel Sekreterliginin istegi
üzerine hazirlanan Siyasal Partilerin Yasaklanmasi,
Kapatilmasi ve Benzer Önlemler Hakkinda Temel Ilkeler
adli rapordur. Avrupa Insan Haklari Mahkemesinin parti
kapatma konusundaki yaklaşiminin özlü bir anlatimi bu
raporda bulunabilir. Bu rapordaki bazi ilkelerin
aktarilmasinda yarar vardir.
Her şeyden önce bu
rapora göre, siyasi partilerin yasaklanmasi ve kapatilmasi
şiddeti savunan ve/veya anayasal düzeni yikmak için şiddet
kullanan ve böylece anayasada yer alan hak ve özgürlükleri
tehlikeye sokan siyasi partiler için söz konusu olmalidir.
Buna karşilik bir siyasi partinin anayasada veya yasalarda
degişiklik yapilmasini savunmasi tek başina bir partinin
kapatilmasi için yeterli olmamalidir.
Bir siyasal parti
üyelerinin bireysel davranişlarindan sorumlu tutulmamalidir.
Üyenin davranişi eger partinin yetkili organlarinin
destegine sahipse veya bu davraniş partinin programinin
sonucu ise parti üyesinin eylemleri dikkate alinabilir.
Yine rapora göre bir
siyasal partinin kapatilmasi önlemine en son çare olarak
başvurulmalidir. Kapatma dişinda başka önlemlerle tehlikenin
önlenip önlenemeyecegi gözden geçirilmeli ve ölçülülük
ilkesine uyulmalidir. Yine yasaklama veya kapatma karari
“adil yargılama” sonucunda verilmelidir.
[33]
Sonuç:
Ülkemizdeki siyasi
partiler hukuku gerek Anayasa ve Siyasi Partiler Yasası
gerek Anayasa Mahkemesinin verdiği kararlarla birlikte son
derece dar bir alana sıkışmış bulunmaktadır. Bu alandaki
liberalleşme sınırlı olmuştur. En önemli liberalleşme 1995
Anayasa değişikliğidir. Anayasada yapılan bu değişiklik uzun
bir gecikmeden sonra, 12.8.1999 günlü 4445 sayılı Yasa ile
“Siyasi Partiler Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin
Kanun” ile Siyasi Partiler Yasasına yansıtılmıştır.[34]
Daha önceki liberalleşmeler de şunlardır: 1980 öncesi
politikacılarından önemli bir bölümüne konan siyasal
faaliyet yasağının (Anayasa'nın geçici 4. maddesi) halk
oylamasıyla sona erdirilmesi ve 16.10.1981 günlü Siyasi
Partilerin Feshine Dair Yasa'nın yürürlükten
kaldırılmasıdır.
[35]
Bakır Çağlar Anayasa
Mahkemesi'nin 36. Kuruluş Yıldönümü nedeniyle düzenlenen
Sempozyuma sunduğu tebliğde bu konuda bizim de katıldığımız
şunları yazmıştır:
"'Demokratik Toplum
düzeni' dizaynında siyasi partilerin yeri, İnsan Hakları
Avrupa Komisyonu'nun, Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP)
'N.Sargın ve N.Yağcı Türkiye'ye karşı' davası ile ilgili
raporunda (3 Eylül 1996) ve İnsan Hakları Avrupa
Mahkemesi'nin 'Sosyalist Parti ve Diğerleri Türkiye'ye
karşı' Davasında verdiği kararda (25 Mayıs 1998) tartışıldı.
Strasbourg Mahkemesi kararında, Türk Devleti'nin Resmi
İdeolojisi ve yapısının İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi
Hukuku'na uygunluğunu sorguladı ve 'Demokratik Toplum
Düzeni'nde bu ideoloji ve yapılara 'Karşı-proje' üreten
partilerin de siyasi arenada yer alması gerektiği sonucuna
vardı.
İnsan Hakları Avrupa
Mahkemesi 'Sosyalist Parti ve Diğerleri Türkiye'ye karşı
Davası'nda verdiği 25 Mayıs 1998 tarihli kararda,
'Demokratik Toplum Düzeni'ni tanımlarken, toplantı ve dernek
kurma hürriyetini (İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.11),
düşünceyi açıklama hürriyetinin (İnsan Hakları Avrupa
Sözleşmesi m.10) tezahür şekillerinden biri saydı ve bir
siyasi parti projesinin-Türklerle Kürtlerin eşit temsil
edildiği 'federal sistem'in-devletin örgütlenme biçimine,
Anayasa İdeolojisine aykırı bulunsa bile, demokrasiyi tahrip
etmeyi amaçlamadığı, şiddete çağrıda bulunmadığı sürece,
Sözleşme Hukuku korumasından yararlanması gerektiği sonucuna
vardı. Kararda 'Piermont' şablonu çok net.
Kısaca, İnsan Hakları
Avrupa Mahkemesi ve Komisyon Kararları birlikte okunursa,
Strasbourg'da mahkum edilen Türkiye'nin mücadeleci ya da
'militan Demokrasi' anlayışı. Komisyon'a göre yasaklanabilir
partiler, sadece 'İhtilalci' ve 'Irkçı' partiler. Bu durum,
Türkiye'nin Siyasi ve Hukuki topografyasını derinden
etkileyecek ciddi bir türbülans alanı."
[36]
23.7.1995 günü kabul
edilen 4121 sayılı yasa ile Anayasanın 68. Ve 69.
maddelerinde yapılan değişikliklerle birlikte siyasi parti
faaliyetlerine bir miktar serbesti getirilebilmiş ve parti
kapatma güçleştirilmeye çalışılmıştır.[37]
1995 Anayasa değişikliğinden sonra bir
siyasi partinin kapatılabilmesi üç nedenle mümkündür. Eğer
bir partinin tüzüğü ve programı Anayasanın 68. maddesinin
dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı bulunursa o parti
hakkında temelli kapatma kararı verilebilir. Bunun yanında
bir siyasi partinin Anayasanın 68. maddesinin dördüncü
fıkrası hükümlerine aykırı eylemlerinden ötürü temelli
kapatılmasına, ancak, onun bu nitelikte fiillerin işlendiği
bir odak haline geldiğinin Anayasa Mahkemesince tespit
edilmesi halinde karar verilebilir. Üçüncü kapatma nedeni
ise, bir siyasi partinin yabancı devletlerden, uluslararası
kuruluşlardan ve Türk uyruğunda olmayan gerçek ve tüzel
kişilerden maddi yardım almasıdır. Anayasanın 68.
maddesinin dördüncü fıkrası aynen şöyle bir hüküm
içermektedir: “Siyasi partilerin tüzük ve programları ile
eylemleri, Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk
devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve lâik
Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz; sınıf veya zümre
diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı
ve yerleştirmeyi amaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik
edemez.” 12.8.1999 günlü 4445 sayılı Yasa ile değişik Siyasi
Partiler Yasası siyasi partilerin kapatılmalarını yukarda
açıkladığımız 1995 Anayasa değişikliğine uygun olarak
yeniden düzenlemiştir. Ancak Anayasa Mahkemesi Siyasi
Partiler Kanununun 12.8.1999 günlü, 4445 sayılı Yasa ile
değiştirilen 103. maddesinin 2. fıkrasını Anayasanın 69.
maddesine aykırı bularak iptal etmiştir. İptal edilen 103.
maddenin ikinci fıkrası “odak olmayı” tanımlayarak parti
kapatmayı bir miktar güçleştirmekteydi. Ama hâlâ bu üç
kapatma nedeni dışında Siyasi Partiler Yasasının 104.
maddesinde Anayasa Mahkemesine “Diğer sebeplerle başvuru”nun
kabul edilmesi ve verilecek “ihtar” kararına uyulmaması
durumunda o partinin kapatılabileceği öngörülmektedir. Yani
Anayasada kapatma nedenlerinin tahdidi sayılmış olmasına
rağmen, Siyasi Partiler Kanununda Anayasada yazılı olmayan
nedenlerle kapatma mümkün olabilecektir.
Ayrıca şunu da
belirtmek gerekir ki, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
kararlarıyla uyumlu olabilmek için bir partiyi sadece tüzük
ve programına bakarak kapatmamak gerekmektedir. Program ve
tüzük nedenleriyle kapatmalarda Anayasa Mahkemesinin
yapması gereken kapatılması istenen partinin Anayasanın 68.
maddesinin dördüncü fıkrasında yazılı hükümlere aykırı bir
“amaç güdüp gütmediğine” bakmak olmalıdır. Kapatmak istenen
partinin programında veya tüzüğünde, Anayasanın 68.
maddesinin dördüncü fıkrasında yazılı hükümlere aykırılık
olup olmadığını anlamak için ise, o partinin eylemlerini
incelemek gerekir. Ve bunun yanında Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi gibi bu konuda açık kanıt aramak gerekir. Ya da
partinin programında yer alan hususun açıkça suç oluşturması
veya suça teşvik eder nitelikte olması gerekir.
Kanımca Anayasa
Mahkemesinin parti kapatma davalarında artık özgürlükleri
esas alan “hak eksenli” bir yaklaşimi benimsemesi zamani
gelmiştir. Anayasa Mahkemesinin böyle bir tutumu benimsemesi
Zühtü Arslan’ın da belirttiği gibi,[38]
Mahkemenin meşruiyetini güçlendirecektir. Çünkü Anayasa
Mahkemesinin varlık nedeni siyasal iktidar karşısında
bireyin hak ve özgürlüklerini korumaktır.
Anayasa Mahkemesinin
bundan böyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarını
dikkate alması gerekmektedir. Bu kararların ışığında Anayasa
Mahkemesi Sözleşmenin benzer ihlallerini önleme çabası
içinde olmalıdır. Yani yapılması gereken Sözleşmenin 11.
maddesinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yorumladığı
biçimiyle uygulanmasıdır. Bu yapıldığı takdirde her iki
mahkeme arasındaki uyumsuzluk ortadan kalkmış olacaktır.
Siyasi parti kapatma davaları “düşünceyi açiklama özgürlügü”
bazında ele alınmalı ve “amaç”, eski deyişle “niyet”,
cezalandırılmamalı; mutlaka eyleme bakılmalıdır. Yani
partinin amacını saptamak için o partinin faaliyeti de
incelenmelidir.
Bülent Tanör
Türkiye'nin İnsan Hakları Sorunu başlıklı yapıtında
"...Anayasaların ve yasaların kıstığı hak ve özgürlükler
ile, insanın insan olarak sahip olduğu varsayılan evrensel
ve dokunulmaz hak ve özgürlükler arasındaki fark büyüdükçe,
'insan hakları' eksenli terminoloji de ön plana
çıkmaktadır."
[39] demektedir. Gerçekten de
Türkiye'de özellikle 1982 Anayasasından sonra insan hakları
sorunu hemen hemen sürekli olarak siyasal gündemimizin ön
sıralarında yer almıştır. İşkenceden sonra Batılıların
Türkiye’yi en çok eleştirdigi insan haklari sorunlarinin
başinda “siyasi parti kapatma davaları” yer almaktadır.
Kanımca siyasi parti kapatma davalarının ve davaların
kapatmayla sonuçlanmalarının çokluğu hem ülkemizin
aydınlarını hem de Batılı toplumları rahatsız etmektedir.
Türkiye'nin çağdaş dünyada yerini alabilmesi için mutlaka bu
sorunu aşması gerekmektedir. Kuşkusuz Türkiye bu sorunu
aşabilmek için gerekli demokratik birikim ve donanıma
sahiptir.
Donna Gomien Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi ile ilgili yazdığı kısa yapıtta bu
sözleşmeyi şöyle değerlendirmektedir: “Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi Avrupa’daki bütün insan hakları
rahatsızlıklarında kullanılabilecek her derde deva bir araç
değildir. İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemden hemen sonra
hazırlanmış olması nedeniyle, bu sözleşme sadece kişi ve
kişinin temel haklarını koruma üzerine odaklaşmıştır. Bunun
bir sonucu olarak, ekonomik ve sosyal haklar konusu başta
olmak üzere, günümüzün en can alıcı insan hakları
sorunlarına hukuksal bir perspektif getirmekten uzaktır. Ama
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin bu sınırlılıklarına
rağmen, hem politikacıların hem de hukukçuların bu
sözleşmenin ortaya çıkardığı insan hakları geleneğine
sarılmaları ve sözleşmenin bu büyük başarısını daha da
geliştirmek için çalışmalıdırlar”.
[1]
Bkz.: Münci Kapani, Kamu Hürriyetleri, A.Ü. Hukuk
Fakültesi Yayını, Ankara, 198l; İlhan Akın, Temel
Hak ve Özgürlükler, İ.Ü. Hukuk Fakültesi Yayını,
İstanbul, 197l.
[2]
Feyyaz Gölcüklü ve Şeref Gözübüyük, Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması Turhan Kitapevi,
Ankara, 1998.
[3]
Erdoğan Teziç, Anayasa Hukuku, Beta, İstanbul,
1997, s.311-313; Erdoğan Teziç, 100 Soruda Siyasi
Partiler, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1976, s.27-30.
[4]
Teziç, 100 Soruda Siyasi Partiler, s. 274.
[5]
Bkz. Siyasi Partiler ve Demokrasi Sempozyum:
TESAV Yayınları, Ankara, 1995.
[6]
Bu değişim kendini Anayasa Mahkemesinin Ali Haydar
Veziroğlu’nun “Demokratik Barış Hareketi Partisi”
hakkındaki kapatma istemini reddinde göstermektedir. Bkz.
E.1996/3 (Siyasi Parti Kapatma), K.19997/3, k.t.
22.5.1997, Resmi Gazete, 2 Haziran 2000,
Sayı:24067, s. 13-53.
[7]
E. 1993/3,K.1994/2 (Siyasi Parti Kapatma),
k.t.16.6.1994, AMKD Sayı 30/2, s.1207
[8]
Aynı karar, s. 1211-1212. Ayrıca bkz. E.1996/1 (Siyasi
Parti Kapatma), K.1997/1, k.t. 14.2.1997, Resmi
Gazete, Sayı:23384, 26.6.1998, s. 77-78.
[9]
Ludger Kühnhardt, “European Courts and Human Rights”,Constitutionalism
and Democracy, Douglas Greenberg, Stanley N. Katz,
Melanie Beth Oliviero, Steven C. Wheatley, (der.) Oxford
University Press, New York, l993, s.126-127.
[10]
Haşim Kiliç’ın Refah Partisi kararında yazdığı karşıoyu.
Bkz. E.1997/1 (Siyasi Parti Kapatma), K. 1998/1, k.t.
16.1.1998, Resmi Gazete, Sayı: 23266, 22.2.1998,
s. 285
[11]
Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi
Anayasanın 90. maddesine atıfta bulunarak sözleşmelerin
iç hukukumuzla bütünleşerek bağlaşıcılık kazandığını ve
bu nedenle kendiliğinden uygulanması gerektiğini
belirtmiştir. Bkz. Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi, E.
1993/8217, K.1994/6585, k.t. 11.7.1994, Yargıtay
Kararlar Dergisi, Cilt: 21, Sayı:1, Ocak 1995,
s.24-26
[12]
Bakınız: Rıza Türmen, “Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin İç Hukukumuza Etkileri”, Anayasa
Yargısı (Ankara: Anayasa Mahkemesi Yayınları,
2000), s.32-40). Rıza Türmen bu konuda şunları
belirtmektedir: “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, bütün
taraf devletler için, başka devletlere bağlı olmaksızın
var olan, nesnel yükümlülükler getirmektedir. Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında, Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi’nin Avrupa’nın kamu düzenini temsil
ettiğini vurgulamıştır. Böyle olunca, Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi ile iç hukuk arasındaki ilişkide,
sonraki yasa (lex posteriori) ya da özel yasa (lex
specialis) kurallarının geçerli olmayacağı kanısındayım.
Bunun ötesinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi,
Avrupa’da bir ortak hukuki alan yaratmaktadır. Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları ve bu kararlarda
belirlenen esaslar bütün Avrupa ülkelerinde geçerli olan
ortak hukuki standartları yansıtmaktadır. Avrupa Birliği
üyeliğine aday olan Türkiye’nin bu ortak hukuki alan
dışında kalması olanağı yoktur. Türk yargı organlarının
da kendilerini ulusal sınırları aşan daha büyük bir
hukuki topluluğun bir üyesi olarak görmeleri önem
taşımaktadır “ (s. 37).
[13]
Mehmet Turhan, “Demokratik Toplum Düzeninin Gerekleri”,
Anayasa Yargısı, Anayasa Mahkemesi Yayını, Ankara,
1991), s.401-439.
[14]
Haşim Kılıç’ın Refah Partisi Kararındaki Karşıoy
Gerekçesi. E.1997/1 (Siyasi Parti Kapatma),
K.1998/l,k.t. 16.1.1998, Resmi Gazete, 22.2.1998,
Sayı: 23266, s. 285.
[15]
11. Protokol ile değiştirilmiş Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin kısa ve özlü bir açıklaması konusunda
bakınız: Donna Gomien, Short Guide to the European
Convention on Human Rights, Council of Europe
Publishing, Strasbourg, 1998.
[16]
Jacgues Robert, "Constitutional and International
Protection of Human Rights: Competing or Complementary
Systems? General Report", Human Riahts Law Journal
(31 March 1994) Vo1.15 No.l-2 s.21.
[18]
Robert, Genel rapor, (HRLJ), s.22-23.
[19]
Bkz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 7.12.1976 günlü
Handyside Kararı; Seri A, No.24.
[20]
Francis G. Jacobs ve Robin C. A.White, The European
Convention on Human Rights, Clarenden Press, Oxford,
1996, s.310-312.
[21]
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 1.7.1961 günlü Lawless
kararı, Seri a, Vol. 3, s. 45-46.
[22]
Avrupa İnsan Hakları Komisyonunun 20.7.1957 günlü
kararı, Yearbook I, s. 223-224.
[23]
De Becker davası, 18.9.1961 tarihli karar, Yearbook
4, s. 324, 338.
[24]
Handyside v.United Kingdom, 24 Eylül 1976 tarihli karar,
Series A no. 24, paragraf 49; The Sunday Times v. United
Kingdom, 26 Nisan 1979, Series A nob 30, paragraf 64;
Case of Vogt v. Germany, 26 Eylül 1995 tarihli karar,
paragraf 52.
[25]
Sunday Times, 1979, paragraf 64.
[26]
Handyside, paragraf, 48-50; The Sunday Times, paragraf,
62; Vogt, paragraf 52-53.
[27]
27 Nisan 1995 günlü Karar, Series A no. 314.
Sözleşme'nin 10.maddesi ile ilgili olarak bkz. Rolv
Ryssdal, "The Case Law of the European Court of Human
Rights on the Freedom of Expression Guaranteed Under the
European Convention on Human Rights", Xth Conference
of the European Constitutional Courts (Budapest,
6-10 May 1996).
[28]
Case of United Communist Party Of Turkey And Others
v. Turkey (133/1996/752/951), 30 January 1998.
[29]
(20/1997/28 25
Mayıs 1998 günlü Mahkeme Kararı. Case of the Socialist
Party and Others v. Turkey
804/1007)
[30]
Sosyalist Parti kararı, paragraf 47.
[31]
Sosyalist parti Kararı, paragraf 67.
[32]
Bkz. (ÖZDEP) v. Turkey (Application No.
238850/94), 8 December 1999, paragraf, 42;44.
[33]
Guidelines on Prohibition and Dissolutuion of Political
Parties and Analogous Measures, Adopted by the Venice
Commission at its 41st Plenary Session (Venice,
10-11 December, 1999). Internet’te bakınız:
www.coe.fr./venice.
[34]
Bkz. 14 Ağustos 1999 günlü 23786 sayılı
Resmi Gazete.
[35]
Bülent Tanör, Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu,
BDS Yayınları, İstanbul, 1994, s. 140.
[36]
Bakır Çağlar, “Anayasa Yargısı’nın Güncelliği:
‘Yargıçlar Zamanı’”, Anayasa Yargısı, Anayasa
Mahkemesi Yayını, Ankara, 1998, s. 65.
[37]
Bkz. 26 Temmuz 1995 günlü 22355 sayılı Resmi Gazete.
Anayasa değişikliğine uygun Siyasi Partiler Yasasında
yapılan değişiklik 12.8.1999 günlü 4445 sayılı Yasa ile
mümkün olmuştur. Resmi Gazete, 14 Ağustos 1999,
Sayı: 23786.
[38]
Zühtü Arslan, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türk
Anayasa Yargısı: Uyum Sorunu ve Öneriler”, Liberal
Düşünce (Yaz 2000), s.103-115. “Hak eksenli”
yaklaşim bu makalede açiklanmaktadir.
[39]
Tanör, a.g.e., s.14.
[40]
Gomien, a.g.e., s. 153.