1. Yabancı Okulları ve Azınlık Okulları ayırımı ve bu okulların
hukuki dayanakları
Ülkemizde, "Yabancılara ait okullar" denen "yabancı
okullar" ve Türk vatandaşı olan "Azınlıklara ait okullar"dan oluşan
"azınlık okulları" olmak üzere iki tür vardır. Osmanlı eğitim tarihi,
ulusal kurumların oluşturulması yanında ayrıca İmparatorluğun yapısından ve
içinde yaşanılan "en uzun yüz yılın" özelliklerinden kaynaklanan
gelişmelerle doludur.
Bunlardan konumuz içinde kalan iki tip okul ayrıca "çok
değişkenli" bir denklemin sonucunda ortaya çıkmıştır. Gerek
"yabancı" gerekse "azınlık" okulları sadece Osmanlı
İmparatorluğu ile "Düvel-i Muazzama" arasındaki siyasi mücadelenin hukuksal
birer sonucu olmaktan öte, sosyolojik olarak da Osmanlı modernleşmesinin çok sayıdaki
dinamiğinin değişik dini ve etnik cemaatler üzerinde yarattığı etkininde birer
ürünüdürler.
Ancak, bu kurumların, olgusal varlığı Cizvitler açısından 16.
yüzyıla, Kapuçinler açısından ise 17. yüzyıla kadar götürülebilir. Müslüman
topluluklar üzerinde misyoner faaliyetlerde bulunmanın nafileliğini anlayan bu dini
örgütler çabalarını Hıristiyan unsurlar üzerine yöneltmek zorunda kalınca,
Osmanlı "millet sistemi"nin cemaatlere tanıdığı kolaylıklardan
yararlanarak ve büyük ölçüde ruhsatsız olarak faaliyetlerine devam etmişlerdir.
Ulusal bilinçlenme dolayısıyla balkanlardaki gayrimüslim unsurlar üzerinde bile etki
kuramayan bu okullar, daha çok bu tür bir bilinçten uzak Hıristiyan Arap ve Ermeni
toplulukları üzerinde etkili olmuşlardır.
Yukarıda özetlemeye çalıştığımız gelişmeler sonucunda
denilebilir ki, "Azınlık" okulları İmparatorluğun yaşadığı
siyasal-sosyolojik değişimin, "yabancı" okullar ise olgusal varlıklarına
rağmen, hukuksal olarak tamamı ile ilk büyük savaşı doğuran uluslararası bir
çatışmanın arkasından ortaya çıkan ve "Lozan Mektupları" mektupların
yarattığı hukuksal belirsizliğin sonucudur. En doğru tanımlamayla "Yabancılara
ait okullar"denebilecek bu okulların bir kısmı, "Lozan Mektupları"
denen mektuplaşmalara muhatap olmuş olan İtalya, İngiltere ve Fransa’ya, bir kısmı
Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’ne son bir kısmı ise, "diğer Devletlere
ait" bulunmaktadır. Lozan Antlaşmasında "yabancı" eğitim
kurumlarından hiç bahsedilmemesine rağmen, Lozan Mektupları denen mektuplarla 30 Ekim
1918’en önce Osmanlı ülkesinde mevcut yabancı okulların imtiyaz ve garantilerinin
devam edeceği bildirilmiş ve Türk Devleti bu mektuplara, Lozan Antlaşmasının bir
maddesiymiş gibi bağlı kalmıştır.
"Lozan Mektuplarına muhatap ülkelere ait okullar", Lozan
Andlaşması çerçevesinde yedi yıllık bir süre için geçerli mektupların
geçerliliğini yitirmeleri ile hiç bir dayanağı kalmamış olmasına rağmen,
Dışişleri Bakanlığınca, "Lozan mektupları hükümden düşmüş olmakla
beraber tanınmaya devam edilmesi" gereği üzerinde ısrar edilmesiyle, artık
"kazanılmış hak" söz konusu olmuştur. Bunlardan "mütekabiliyet"
esasına göre de yararlanılamadığı, Dışişleri Bakanlığı'nın bu konuda hiç bir
çabasının bulunmamasından ve yurt dışındaki işçilerimizin ve çocuklarının
eğitim sorunlarından belli olmaktadır.
İkinci grubu oluşturan ABD’ye ait ve gerçekte misyoner kurumları
tarafından kurulan öğretim kurumları ise, 1922 tarih ve 1718 sayılı Bakanlar Kurulu
Kararı ile "yenileri açılmamak" ve "mevzuata uymak" koşulu ile
çalışmalarına devam edebileceklerdir.
Üçüncü grup olan "diğer ülkelere ait öğretim
kurumları" ise, Avusturya, Almanya, İran ve Bulgaristan’a ait bulunmaktadır.
Şu halde, bugünkü durumu ile, ülkemizde toplam yedi yabancı
ülkeye ait "yabancı okul" bulunmaktadır.
2. Yabancı Ve Azınlık Okullarına Hakim Esaslar
Yabancı okulları ve Azınlık okullarının başlı başına birer
tez konusu olması gerekir. Ancak, bunları burada konumuzu ilgilendiren yanı, yani
eğitim sistemimiz içinde işgal ettikleri yer itibarıyla kısaca ele alacağız. 18.
Yüzyılın ortalarından başlayarak, 20. Yüzyılın başında gerçekleşen 1. Dünya
Savaşı ile hukuken tamamlanan azınlıklar problemi, ülkemize bir istisnai paket olarak
bu dönemden kalmıştır. Bugün bir çok ülkenin başına dert olan azınlıklar
teorisi ve pratiği çok büyük ölçüde ülkemiz üzerinde yapılmıştır.
24.7.1923 tarihli Lozan Andlaşmasının 40 ve 41. maddeleri azınlık
okullarına ilişkindir. Devletin okulu olarak değil de, Devlet karşısında Lozan
Andlaşması ile garanti altına alınmış bulunan azınlık okulları, klasik anlamda
özel okullardan faklı olarak, azınlık cemaatlerine ait bulunmaktadır. Böylece, bu
okulların varlıkları, en başında, ilgili cemaatin fiilen ve hukuken varlığını
sürdürüp sürdürmemesine bağlı bulunmaktadır. "Yabancı okullar" ülkemiz
vatandaşı ya da kuruluşu olmayan yabancılara ait okulları anlatırken,
"Azınlık okulları" ise adından da anlaşılacağı gibi, ülkemizde mevcut
ve Lozan Andlaşması ile "azınlık statüsü"nde garanti altına alınmış
bulunan, mensupları birer Türk vatandaşı olan Rum, Ermeni ve Yahudi Cemaatlerine, yani
ülkemizde resmen tanınmış tek azınlık grubu olan gayrimüslimlere ait
bulunmaktadırlar. Hukuksal dayanak ve çerçevesi itibarıyla Her iki okul türü de,
artık tamamı ile uluslar arası hukukun konusudur.
Nitekim, 1982 Anayasası da eğitim alanında uluslararası
yükümlülüklerin ifası ve özellikle yabancıların müktesep haklarının korunması
açısından, eğitime hakkına ilişkin 42. maddenin 9. fıkrasının son cümlesinde:
"(...)Milletlerarası andlaşma hükümleri saklıdır". demektedir. Bundan
azınlık okullarının kastedildiği açıktır.
3. Yabancı ve Azınlık Okullarının Faaliyeti
Açılması, genişletilmesi, devredilmesi ve kapatılması ve kimlerin
devam edeceği özel kurallara bağlı bulunan, gerek "yabancılara" gerekse
"azınlıklara" ait, okulların Anayasaya, yasalar ile bağlı olacakları
açıktır. Bu bağlamda, "yabancı" ve "azınlık" okullarının
müfredat programları Milli Eğitim Bakanlığı tarafından onaylanmadıkça uygulanamaz
ve bu okullar tarafından, "dışarıdan okul bitirme" imtihanları yapılamaz.
Ayrıca, bu okulların bazı yöneticilerinin belirlenmesi de özellik göstermektedir.
İster "yabancılara" ister "azınlıklar"a ait
olsun, bütün okullar, 625 sayılı ÖÖKK’ nun 2. maddesi uyarınca Milli Eğitim
Bakanlığının denetim ve gözetimi altındadır. Bunların uluslararası hukuk
çerçevesinde sahip oldukları güvenceye karşılık, ülkenin hukuk düzenine
saygıları esastır.
Ancak, bunların eğitim özgürlüğünün evrensel standartlara uygun
olarak verilmesine Türkiye’nin engel olması söz konusu olamaz. Diğer yandan,
uluslararası hukukun kabul ettiği sınırlamaların getirilmesine engel olunmaması
gerekir. ÖEKK’ nun 25. maddesine göre: "Bu kanunun yayımı tarihinde mevcut olup
23 Ağustos 1923 tarih ve 340 sayılı Kanuna bağlı Andlaşmanın 40 ve 41 inci
maddeleriyle ilgisi bulunan okulların özellik göstermesi gereken hususları
yönetmelikle tespit edilir.
Yönetmelik, ilgili memleketlerin bu konudaki mütekabil mevzuat ve
uygulamaları dikkate alınmak suretiyle hazırlanır. Yönetmelikte belirtilmeyen
hususlarda resmi okullar mevzuatı uygulanır. Bu okullarda yalnız Türk
vatandaşlarının çocukları okuyabilirler.".
Özel okullar ve yabancı-azınlık okulları başlı başına birer
tez konusu yapılmayı hak edecek derecede önemlidirler. Bu konunun en ince
ayrıntıları ile incelenmesi, hem bu okulların gördüğü fonksiyonu, hem de ileride
doğacak olan muhtemel sıkıntıları engellemeyi kolaylaştırabilir.
Yabancı okullar konusunda en temel sorunlardan biri, kanaatime
göre,ülkemizin Yunanistan ile sorunlu ilişkilerine saplanarak, kendi koruması
altındaki azınlıklara yapılan muameleyi haklı gösterme çabasına girmesi ve
böylece bir çok temel hak ve özgürlüğü kendi geniş ve yüksek kültür
zenginliğinden gelen bir güçle değil de kendisinden "endişe" duyan küçük
bir ülkeyle olan ilişkilerine angaje olması ve böylece daha ileri bir örnek
oluşturmaktan ve bunun yaratacağı politik kolaylıklardan yaralanacak olmaktan yoksun
kalmasıdır. Oysa bugün aynı noktaya uluslararası hukukun gücü ve zorlaması gereği
gelinmekte ancak bu gelişme de yaşanan acıları azaltmamaktadır. Bugün artık, hiç
olmazsa Çocuk Hakları Sözleşmesi dolayısıyla daha da güçlenen eğitim alanının
siyasi-diplomatik alandan olabildiğince uzaklaştırılması gereği vardır.